Mektubat - page 463

eğer zekât namına versen, Cenab-ı Hak namına ver-
diğin için bir sevap kazanıyorsun, bir şükran-ı nimet gös-
teriyorsun. o muhtaç adam dahi sana tabasbus etmeye
mecbur olmadığı için, izzet-i nefsi kırılmaz ve duası senin
hakkında makbul olur.
evet, zekât kadar, belki daha ziyade nafile ve ihsan,
yahut sair suretlerde verip riya ve şöhret gibi, minnet ve
tezlil gibi zararları kazanmak nerede? zekât namına o
iyilikleri yapıp, hem farzı eda etmek, hem sevabı, hem
ihlâsı, hem makbul bir duayı kazanmak nerede?
(1)
o
º«
p
µ n
?r
G o
º«
p
?n
©r
dG n
âr
fn
G n
?s
f p
G =É n
æ n
à r
ªs
?n
Y É n
e s
’ p
G B É '
æn
d n
ºr
? p
Y n
’ n
?n
fÉn
ër
Ño
°S
p
øp
er
D
ƒo
ªr
?p
d o
øp
er
D
ƒo
ªr
dn
G
{
:n
?Én
b …
p
òs
dG
p
¿
m
ós
ªn
ëo
e Én
fp
óp
q
«°n
S '
¤n
Y r
ºu
?n
°Sn
h p
q
?n
°U s
ºo
¡
s
?dn
G
l
õr
æn
c o
án
YÉn
æn
?r
dn
G
{
:n
?Én
bn
h
z
Ék
°† r
©n
H o
¬°o
†r
©n
H t
óo
°ûn
j ¢p
Uƒo
°Ur
ôn
Ÿr
G p
¿Én
«`r
æ`o
Ñ`r
dÉn
c
@ n
Ú
p
e'
G n
Ú
p
©n
ªr
Ln
G =
p
¬p
Ñr
ën
°Un
h
p
¬p
d'
G '
=
¤n
Yn
h
z
»'
ær
Øn
j n
(2)
n
Ú
p
ªn
dÉn
©r
dG u
Ün
Q! o
ór
ªn
?r
Gn
h
x
hak:
doğru, gerçek.
hamd:
Allah’ın yüceliğini övme.
hazine:
zengin ve değerli kaynak.
hikmet:
kâinattaki ve yaratılışta-
ki İlâhî gaye, fayda.
ihlâs:
halis, içten, samimî, ibadet
ve davranışlarda sadece Allah rı-
zasını gözetme.
ihsan:
iyilik etme, ikram etme,
lütuf, bağış.
izzet-i nefis:
insanın kendi değe-
rini ve şahsiyetini aşağılamaksızın
varlığına saygı duyması .
kanaat:
kısmete razı olma, yetin-
me.
makbul:
reddedilmeyen, geçerli.
mecbur:
bir işi yapmak zorunda
kalan.
minnet:
iyiliğe karşı duyulan şü-
kür hissi, boyun eğme.
muhtaç:
ihtiyacı olan, yoksul.
mü’min:
Allah’a, onun birliğine
inanan.
nafile:
farz ve vacip olmayan faz-
la ibadet.
namına:
adına
noksan:
eksiklik.
Rab:
her şeyin sahibi, yaratan,
büyüten, terbiye eden.
riya:
iki yüzlülük, samimiyetsizlik
sair:
diğer, başka.
salât:
Hz. Peygambere dua.
sevap:
ödül, mükâfat.
suret:
biçim, görünüş.
şöhret:
ün, ad, san.
şükran-ı nimet:
Allah’ın verdiği
nimetlere şükürle karşılık ver-
mek.
tabasbus:
yaltaklanma, riyakârlık
etme.
tenzih:
Allah’ı şanına lâyık olma-
yan şeylerden, her türlü eksik ve
noksandan uzak ve yüce tutma,
münezzeh sayma.
tezlil:
aşağılama, küçük düşürme.
yahut:
ya da bunun gibi.
zekât:
artma, bereket, İslâm’ın
beş şartından, Allah için malın
belli bir kısmının her yıl zekât ve-
rilebilecek kimselere dağıtılması.
ziyade:
çok, fazla.
Âl ve ashap:
Peygamberimi-
zin ailesinden olanlar ve Sa-
habeler.
âlem:
dünya, cihan, bütün
yaratılmışlar.
âmin:
“Yâ Rabbi! kabul eyle!”
anlamında duanın sonunda
söylenir.
bina:
yapı.
Cenab-ı Hak:
Allah; doğru,
gerçek, Hakkın ta kendisi
olan, şeref ve azamet sahibi
yüce Allah).
eda etmek:
ödemek, yerine
getirmek
efendi:
saygıdeğer
farz:
İslâmiyette kesin olarak
yapılması gereken emir.
1.
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgi-
miz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Suresi: 32.)
2.
Allah’ım! “Mü’min için mü’min, sağlam yapılmış bir binanın birbirine kuvvet veren taşları
gibidir.” (Buharî, Salât: 88, Edep: 36, Mezalim: 5; Müslim, Birr: 65; Tirmizî, Birr: 18; Neseî, Zekât:
67; Müsned, 4:405, 409.) ve “Kanaat tükenmeyen bir hazinedir” [Fethu’l-Kebir, 2:309] diyen
Efendimiz Muhammed’e, onun Âl ve Ashabının hepsine salât ve selâm eyle. Âmin. Âlemle-
rin Rabbi olan Allah’a hamd olsun.
Mektubat | 463 |
Y
irmi
i
kinci
m
ekTup
1...,453,454,455,456,457,458,459,460,461,462 464,465,466,467,468,469,470,471,472,473,...1086
Powered by FlippingBook