İkincisi
:
t
Ö p
ëoj
lâfzıyla der: “Âyâ, sevmek ve nefret et-
mek mahalli olan kalbiniz bozulmuş mu ki, en menfur bir
işi sever?”
Üçüncüsü
:
r
ºo
co
ó n
Mn
G
kelimesiyle der: “Cemaatten haya-
tını alan hayat-ı içtimaiye ve medeniyetiniz ne olmuş ki,
böyle hayatınızı zehirleyen bir ameli kabul eder?”
Dördüncüsü
:
n
º r
ën
d n
?o
cr
É n
j r
¿n
G
kelâmıyla der: “İnsaniyetiniz
ne olmuş ki, böyle canavarcasına, arkadaşınızı diş ile
parçalamayı yapıyorsunuz?”
Beşincisi
:
p
¬«
p
Nn
G
kelimesiyle der: “Hiç rikkat-i cinsiye-
niz, hiç sıla-i rahminiz yok mu ki, böyle çok cihetlerle,
kardeşiniz olan bir mazlumun şahs-ı manevîsini insafsız-
ca dişliyorsunuz? Ve hiç aklınız yok mu ki, kendi azanızı
kendi dişinizle divane gibi ısırıyorsunuz?”
Altıncısı
:
É k
à` r
« n
e
kelâmıyla der: “Vicdanınız nerede? Fıt-
ratınız bozulmuş mu ki, en muhterem bir hâlde bir kar-
deşinize karşı, etini yemek gibi en müstekreh bir işi ya-
pıyorsunuz?”
demek, şu ayetin ifadesiyle ve kelimelerin ayrı ayrı
delâletiyle, zem ve gıybet, aklen ve kalben ve insaniye-
ten ve vicdanen ve fıtraten ve milliyeten mezmumdur. İş-
te, bak, nasıl şu ayet icazkârâne altı mertebe zemmi
zemmetmekle, i’cazkârâne altı derece o cürümden zec-
reder.
rikkat-i cinsiye:
insanın kendi
cinsinden olana acıması.
sıla-i rahim:
akrabalarla olan
bağlantı.
şahs-ı manevî:
hazırda bulunma-
yan birinin manevî kişiliği.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şer-
den ayırt etmeye yardımcı olan
ahlâkî duygu.
vicdanen:
vicdan bakımından, iç-
ten, ahlâkî açıdan.
zecir:
önleme, yasak etme.
zem:
yerme, kınama.
zemmi zem:
çekiştirmek ve kö-
tüleme işini kötüleme.
amel:
fiil, iş, emek.
aya:
acaba, nasıl oluyor.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
aza:
uzuvlar, organlar.
cemaat:
topluluk, insan top-
luluğu, takım, bölük.
cihet:
yön, taraf.
cürüm:
günah
delâlet:
delil olma, gösterme.
divane:
deli.
fıtrat:
yaratılış.
fıtraten:
yaratılış bakımın-
dan.
gıybet:
arkadan çekiştirme,
kötüleme.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, toplum hayatı.
icazkârâne:
benzerini yap-
maktan insanları âciz bıraka-
rak, mu’cizeli bir şekilde; az
sözle çok manalar anlatarak,
veciz bir şekilde.
insafsız:
acımasız, hak ve
adalete zıt, aykırı.
insaniyet:
insanlık, bütün in-
sanlar.
kelâm:
söz, lâfız.
lâfız:
söz, kelime.
mahalli:
yer, mahalli, yeri.
mazlum:
zulüm görmüş, zul-
me uğramış.
medeniyet:
medenîlik.
menfur:
nefret edilen, sevil-
meyen, iğrenç.
mertebe:
derece, basamak.
mezmum:
aşağılanan, yeri-
len.
milliyeten:
aynı milletten
olan, millet sevgisi bakımın-
dan.
muhterem:
saygı değer.
müstekreh:
tiksinilen, iğreni-
len.
nefret:
iğrenme, tiksinme.
Mektubat | 465 |
Y
irmi
i
kinci
m
ekTup