başıma geldi?” diyerek âciz insanların rikkatini tahrik et-
mek zarardır, manasızdır.
Üçüncüsabır
: İbadet üzerine sabırdır ki, şu sabır onu
makam-ı mahbubiyete kadar çıkarıyor, en büyük makam
olan ubudiyet-i kâmile canibine sevk ediyor.
Beşinci sualiniz:
sinn-i mükellefiyet on beş sene ka-
bul ediliyor. Hazret-i peygamber Aleyhissalâtü Vesse-
lâm, nübüvvetten evvel nasıl ibadet ederdi?
El cevap
: Hazret-i İbrahim Aleyhisselâmın, Arabis-
tan’da çok perdeler altında cereyan eden bakıye-i dini
ile. Fakat farziyet ve mecburiyet suretiyle değil, belki ih-
tiyarıyla ve mendubiyet suretiyle ibadet ederdi. Şu haki-
kat uzundur; şimdilik kısa kalsın.
altıncı sualiniz:
sinn-i kemal itibar olunan kırk yaşın-
da nübüvvetin gelmesi ve ömr-i saadetlerinin altmış üç
olmasındaki hikmet nedir?
El cevap
: Hikmetleri çoktur. Birisi şudur ki:
nübüvvet gayet ağır ve büyük bir mükellefiyettir. Me-
lekât-ı akliye ve istidadat-ı kalbiyenin inkişafı ve tekem-
mülü ile o ağır mükellefiyet tahammül edilir. o tekem-
mülün zamanı ise kırk yaşıdır. Hem, hevesat-ı nefsaniye-
nin heyecanlı zamanı ve hararet-i gariziyenin galeyanlı
hengâmı ve ihtirasat-ı dünyeviyenin feveranlı vakti olan
gençlik ve şebabiyet ise, sırf İlâhî ve uhrevî ve kudsî olan
vezaif-i nübüvvete muvafık düşmüyor. kırktan evvel ne
kadar ciddî ve halis bir adam olsa da, şöhretperestlerin
kudsî:
mukaddes, kutlu, yüce, te-
miz.
makam:
manevî mevki, derece,
basamak.
makam-ı mahbubiyet:
Allah’ın
sevgisini kazanma makamı, dere-
cesi.
mana:
anlam.
mecburiyet:
mecbur olma, zo-
runluluk.
melekât-ı akliye:
tecrübe netice-
si aklen bilinen kolaylık, tecrübe-
den doğan bilgililik, meleke.
mendubiyet:
emir olmadığı hâl-
de, yapılması hayır ve sevap olan
işler.
muvafık:
yerinde, uygun.
mükellefiyet:
mükellef olma hâ-
li, yükümlülük; mecburiyet.
nübüvvet:
nebîlik, peygamberlik,
Allah’ın elçiliği.
ömr-i saadet:
mutlu ömür. Pey-
gamberimizin altmış üç yıl olan
saadetli ömrü.
perde:
örtü.
rikkat:
merhamet, acıma, başka-
larının düştüğü durumdan etki-
lenme olayı.
sevk etme:
gönderme, ulaştırma.
sırf:
ancak, yalnız.
sinn-i kemal:
olgunluk, yetkinlik
yaşı.
sinn-i mükellefiyet:
yükümlülük
yaşı, dini emirleri, yerine getirme
mecburiyetinin yaşı.
sual:
soru.
suret:
biçim, görünüş.
şebabiyet:
gençlik.
şöhretperest:
şöhret düşkünü.
tahammül:
katlanma, sabretme.
tahrik etmek:
harekete geçir-
mek, etkilemek.
tekemmül:
olgunlaşma, mükem-
melleşme.
ubudiyet-i kâmile:
mükemmel
kulluk vazifesi.
uhrevî:
ahirete hayatı ile ilgili.
vezaif-i nübüvvet:
peygamberlik
görevleri.
âciz:
eli yetmez, gücü yet-
mez.
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun anlamında Peygamberi-
mize dua.
aleyhisselâm:
Ona selâm ol-
sun.
arabistan:
Arap ülkesi.
bakıye-i din:
geçmiş dinler-
den kalan izler, kalıntılar.
canip:
yön, cihet, taraf.
cereyan etme:
akım hâlinde
devam etme.
evvel:
önce.
farziyet:
farz olarak, farz şek-
linde.
feveran:
kaynama, fışkırma.
galeyan:
coşma, kaynama,
coşup taşma.
gayet:
nihayet, son derece.
hakikat:
gerçek, doğru, asıl.
halis:
hilesiz, katıksız, samimî.
hararet-i gariziye:
vücudun
normal ısısı.
hengâm:
zaman, çağ.
hevesat-ı nefsaniye:
nefse
ait istekler, nefsin gelip geçici
olan çirkin arzu ve istekleri.
hikmet:
kâinattaki ve yaratı-
lıştaki İlâhî gaye, sebep.
ibadet:
Allah’ın emrettiklerini
yerine getirme, Allah’a karşı
kulluk görevini yerine getir-
me.
ihtirasat-ı dünyeviye:
dün-
yaya ait işlerde gösterilen
hırslar, aşırı istekler.
İlâhî:
Allah’la ilgili.
inkişaf:
açılma, ortaya çıkma,
görülme.
istidadat-ı kalbiye:
kalbin
kapasitesi ve yeteneği.
itibar edilen:
kabul edilen,
değerlendirilen.
Mektubat | 473 |
Y
irmi
Ü
çÜncÜ
m
ekTup