ve hadsiz iftihar-ı mukaddes vardır ki, hadsiz bir surette,
hadsiz bir faaliyeti iktiza ediyor.
Ve o hadsiz faaliyet dahi, hadsiz bir tebdil ve tağyir ve
tahvil ve tahribi dahi iktiza ediyor.
Ve o hadsiz tağyir ve tebdil dahi, mevt ve ademi, ze-
val ve firakı iktiza ediyor.
Bir zaman, hikmet-i beşeriyenin masnuatın gayelerine
dair gösterdiği faydalar, nazarımda çok ehemmiyetsiz
göründü. Ve ondan bildim ki, o hikmet abesiyete gider.
onun için, feylesofların ileri gidenleri, ya tabiat dalâleti-
ne düşer veya sofestaî olur veya ihtiyâr ve ilm-i sânii in-
kâr eder veya Hâlık’a “mûcib-i bizzat” der.
İşte o zaman, rahmet-i İlâhiye, Hakîm ismini imdadı-
ma gönderdi; bana da masnuatın büyük gayelerini gös-
terdi. Yani, her bir masnu öyle bir mektub-i rabbanîdir
ki, umum zîşuur onu mütalâa eder.
Şu gaye bir sene bana kâfi geldi. sonra sanattaki ha-
rikalar inkişaf etti; o gaye kâfi gelmemeye başladı. daha
çok büyük diğer bir gaye gösterildi. Yani, her bir masnu-
un en mühim gayeleri sâniine bakar; onun kemalât-ı sa-
natını ve nukuş-i esmasını ve murassaat-ı hikmetini ve
hedâyâ-i rahmetini onun nazarına arz etmek ve cemal
ve kemaline bir âyine olmaktır, bildim.
Şu gaye hayli zaman bana kâfi geldi. sonra, sanat ve
icad-ı eşyadaki hayretengiz faaliyet içinde, gayet de-
recede sür’atli tağyir ve tebdildeki mu’cizat-ı kudret ve
kâfi:
yeterli.
kemal:
mükemmellik, kusursuz-
luk.
kemalât-ı sanat:
sanattaki mü-
kemmellikler.
masnu:
sanatla yapılmış varlık.
masnuat:
sanatla yapılmış şeyler.
mektub-i Rabbanî:
Allah’ın sa-
natla ve hikmetle yarattığı ve bir
mektup gibi mana ve mesaj içe-
ren eser, varlık.
mevt:
ölüm, vefat.
mu’cizat-ı kudret:
kudret mu’ci-
zeleri.
mûcib-i bizzat:
Allah’ı “mecbur
olmak” ile vasıflandıran felsefî
görüşün Ona izafe ettiği sıfat:
“Her şeyi yapmaya bizzat mecbur
olan.” Allah’ın iradesini kabul et-
meyen felsefî görüş.
murassaat-ı hikmet:
hikmet süs-
lemeleri.
mühim:
önemli.
mütalâa:
düşünerek okuma ve
dikkatlice inceleme.
nazar:
bakış, göz.
nukuş-i esma:
isimlerin nakışları.
rahmet-i İlâhiye:
İlâhî rahmet,
Allah’ın sonsuz rahmeti
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
Sofestaî:
Sofist, Allah’ı kabul et-
memek için kâinatı ve kendi var-
lığını da inkâr eden.
suret:
şekil, biçim.
sür’at:
çabukluk, hız, hızlılık.
tabiat dalâleti:
materyalist dü-
şünce; tabiat için, “her şey kendi
kendine oluyor” düşüncesi.
tağyir:
değiştirme.
tahrip:
yıkma, bozma.
tahvil:
bir hâlden bir hale getir-
me.
tebdil:
değiştirme, başka bir hale
getirme.
umum:
bütün.
zeval:
sona erme, yok olma.
zîşuur:
şuur sahibi, bilinçli.
abesiyet:
faydasız, boş, lü-
zumsuz, gayesiz oluş; akla,
gerçe aykırılık.
adem:
yokluk, hiçlik.
arz etmek:
sunmak.
âyine:
ayna.
cemal:
güzellik.
dair:
alâkalı, ait, ilgili.
ehemmiyetsiz:
önemsiz, kıy-
metsiz.
faaliyet:
çalışma, iş görme.
faide:
fayda, menfaat.
feylesof:
felsefe ile uğraşan,
filozof.
firak:
ayrılık, ayrılma.
gaye:
maksat, hedef; netice.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
Hakîm:
her şeyi belirli gaye-
lere yönelik, anlamlı ve yerli
yerinde yaratan sonsuz hik-
met sahibi Allah.
Hâlık:
yoktan yaratan Allah.
harika:
hayranlık hissi uyan-
dıran şey; olağanüstü vasıflar
taşıyan olan şey.
hayretengiz:
hayret veren,
hayret verici.
hedâyâ-i rahmet:
rahmet
hediyeleri.
hikmet:
gaye, fayda, anlam.
hikmet-i beşeriye:
beşerî
ilim, felsefe.
icad-ı eşya:
varlıkların vücu-
da getirilmesi, yaratılması.
iftihar-ı mukaddes:
her türlü
kusur ve noksanlardan uzak
olan Allah’a ait kutsal övünç.
ihtiyar:
tercih, irade.
iktiza etme:
gerektirme.
ilm-i Sâni:
her şeyi sanatlı ya-
ratan Cenab-ı Hakkın ilmi.
inkâr:
reddetme, kabul et-
meme, inanmama.
inkişaf:
ortaya çıkma.
Mektubat | 483 |
Y
irmi
d
ördÜncÜ
m
ekTup