eğer o intisap olmazsa ve bilinmezse, hadsiz firaklara
ve zevallere ve ademlere mazhar olur. Çünkü, o hâlde,
alâkadar olabileceği her bir mevcuda karşı bir firakı ve
bir iftirakı ve bir zevali vardır. demek, kendi şahsî vücu-
duna, hadsiz ademler ve firaklar yüklenir. Bir milyon se-
ne vücutta kalsa da, intisapsız, evvelki noktasındaki o in-
tisaptaki bir an yaşamak kadar olamaz.
onun için, ehl-i hakikat demişler ki: “Bir an-ı seyyale
vücud-i münevver, milyon sene bir vücud-i ebtere mürec-
cahtır.” Yani, Vücud-i Vacib’e nispet ile bir an vücut,
nispetsiz milyon sene bir vücuda müreccahtır.
Hem bu sır içindir ki, ehl-i tahkik demişler: “envar-ı
vücut ise, Vacibü’l-Vücud’u tanımakladır.” Yani, o hâlde
kâinat, envar-ı vücut içinde olarak melâike ve ruhaniyat
ve zîşuurlar ile dolu görünür. eğer onsuz olsa, adem zu-
lümatları, firak ve zeval elemleri her bir mevcudu ihata
eder. dünya, o adamın nazarında, boş ve hâlî bir vahşet-
gâh suretinde görünür.
evet, nasıl ki bir ağaç meyvelerinin her birisi, ağacın
başındaki bütün meyvelere karşı birer nispeti var. Ve o
nispetle birer kardeşi, arkadaşı mevcut olduğundan, on-
ların adedince arızî vücutları vardır. ne vakit o meyve
ağacın başından kesilse, her bir meyveye karşı bir firak
ve zeval hâsıl olur. Her bir meyve onun için madum hük-
mündedir. Haricî bir zulmet-i adem ona hâsıl oluyor. öy-
le de, kudret-i ehad-i samed’e intisap noktasında, her
şey için bütün eşya var. eğer intisap olmazsa, her şey
için, eşya adedince haricî ademler var.
adem:
yokluk, hiçlik.
adet:
sayı.
alâkadar:
ilgili, alâkalı.
an-ı seyyale:
bir anda akıp giden
zaman dilimi.
arızî:
sonradan ortaya çıkan.
ehl-i hakikat:
gerçeği bulup
onun peşinden gidenler.
ehl-i tahkik:
gerçeği araştıran ve
delilleriyle bilen âlimler.
elem:
dert, üzüntü, kaygı, acı
envar-ı vücut:
varlık nurları.
evvel:
önce, ilk, birinci.
firak:
ayrılık, ayrılma.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâlî:
boş.
haricî:
dıştaki, dışarıya ait.
hâsıl olmak:
meydana gelmek.
hükmünde:
yerinde.
iftirak:
ayrılma, dağılma.
ihata:
sarma, kuşatma.
intisap:
mensup olma, bağ-
lanma.
kâinat:
bütün âlemler, varlık-
lar.
kudret-i ehad-i Samed:
hiç
bir şeye muhtaç olmayan ve
tek olan Cenab-ı Hakkın kud-
reti.
madum:
yok, ölü.
mazhar:
kavuşma, nail olma,
erişme.
melâike:
melekler.
mevcut:
var olan, varlık.
müreccah:
tercih edilen, üs-
tün.
nazar:
bakış, göz; fikir.
nispet:
bağlılık, ilgi, bağ.
ruhaniyat:
madde âleminden
başka bir âlemde, ruhlar âle-
minde yaşayan varlıklar, cin-
ler ve melekler.
suret:
şekil, biçim.
şahsî:
kendine ait.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah.
vahşetgâh:
yalnızlık yeri.
vücud-i ebter:
biten, tüke-
nen vücut.
vücud-i münevver:
nurlan-
mış vücut.
Vücud-i Vacib:
varlığı zarurî
ve zatî olan; varlığı başkasının
varlığına bağlı değil, kendin-
den olup ezelî ve ebedî olan
Allah’ın vücudu.
vücut:
var oluş, varlık; beden.
zeval:
sona erme, yok olma.
zîşuur:
akıl, şuur sahibi.
zulmet-i adem:
yokluk ka-
ranlığı.
zulümat:
karanlıklar.
Y
irmi
d
ördÜncÜ
m
ekTup
| 488 | Mektubat