Hem aynı kanun ile, kıyamet vaktinde kâinatın suretini
tağyir edip değiştirir.
Hem hangi kanun ile zerreyi Mevlevî gibi tahrik eder-
se, aynı kanun ile küre-i arzı meczup ve semaa kalkan
Mevlevî gibi döndürüyor. Ve o kanun ile âlemleri böyle
çeviriyor ve manzume-i şemsiyeyi gezdiriyor.
Hem hangi kanun ile senin bedenindeki hüceyratın
zerrelerini tazelendiriyor, tamir ve tahlil ediyorsa, aynı
kanun ile senin bağını her sene tecdit eder ve her mev-
simde çok defa tazelendirir. Aynı kanun ile, zemin yüzü-
nü her bahar mevsiminde tecdit eder, taze bir peçe üs-
tüne çeker.
Hem o sâni-i kadîr, hangi kanun-i hikmetle bir sine-
ği ihya eder; aynı kanun ile şu önümüzdeki çınar ağacı-
nı her baharda ihya eder. Ve o kanun ile küre-i arzı yi-
ne o baharda ihya eder. Ve aynı kanun ile haşirde mah-
lûkatı da ihya eder. Şu sırra işareten,
(1)
m
In
óp
MGn
h m
¢ùr
Øn
æ`n
c s
’p
G r
ºo
µ
o
ãr
©n
H n
’n
h r
ºo
µo
?r
?n
N Én
e
kur’ân ferman
eder.
Ve hakeza, kıyas et. Bunlar gibi çok kavanin-i rububi-
yet vardır ki, zerreden tâ mecmu-i âleme kadar cereyan
ediyor. İşte, faaliyet-i rububiyetin içindeki şu kanunların
azametine bak ve genişliğine dikkat et ve içindeki sırr-ı
vahdeti gör, her bir kanun bir bürhan-ı vahdet olduğunu
bil. evet, şu çok kesretli ve çok azametli kanunlar, her
biri ilim ve iradenin cilvesi olmakla beraber, hem vahit,
hem muhit olduğu için, sâniin vahdaniyetini ve ilim ve
iradesini gayet kat’î bir surette ispat ederler.
yerinde ve faydalı işlemesini sağ-
layan kanun.
kat’î:
kesin, şüphesiz.
kavanin-i rububiyet:
Allah’ın her
bir varlığa, yaratılış gayelerine
ulaşmaları için muhtaç olduğu
şeyleri vermesi, onları terbiye
edip idaresi ve egemenliği altında
bulundurması ile ilgili kanunlar.
kesret:
çokluk, fazlalık.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
kıyamet:
kâinatın ölümü, tahrip
edilip, yıkılması.
kıyas:
karşılaştırma.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yaratık-
lar.
manzume-i şemsiye:
güneş sis-
temi.
mecmu-i âlem:
bütün âlem, kâ-
inatın tamamı.
meczup:
kendinden geçmiş, cez-
beye tutulmuş.
Mevlevî:
Mevlevîlik tarikatine
mensup kimse.
muhit:
kuşatan, saran; her yerde
geçerli.
peçe:
kadınların yüzlerini örttük-
leri tüle benzer örtü.
Sâni:
her şeyi sanatlı olarak yara-
tan Allah.
Sâni-i kadîr:
her şeye gücü yeten
ve her şeyi sanatlı yaratan Allah.
sema:
Mevlevî ayinlerinde tarikat
mensuplarının musiki eşliğinde
cezbe hâlinde ayakta dönme ha-
reketi.
suret:
şekil, biçim.
sırr-ı vahdet:
birlik sırrı.
tağyir:
değiştirme, başkalaştırma,
bozma.
tahlil:
ayrıştırma, çözümleme,
analiz.
tahrik:
hareket ettirme, harekete
geçirme,
tecdit:
yenileme, tazeleme.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve
varlığı.
vahit:
bir, tek.
zemin:
yer, yeryüzü.
zerre:
en küçük parça, atom.
âlem:
dünya.
azamet:
büyüklük, yücelik.
bürhan-ı vahdet:
birlik delili;
Allah’ın birliğini gösteren de-
lil.
cereyan etme:
olma, meyda-
na gelme; gidiş, geçiş.
cilve:
yansıma, görüntü.
faaliyet-i rububiyet:
her şeyi
terbiye eden Allah’ın kendi
zatına has, durmayan faaliye-
ti ve icraatı.
ferman:
emir, buyruk.
gayet:
son derece, çok.
hakeza:
böyle, bunun gibi.
haşir:
öldükten sonra ahiret
âleminde tekrar diriltilip Al-
lah’ın huzurunda toplanma.
hüceyrat:
hücreler, hücrecik-
ler.
ihya:
diriltme, hayat verme,
irade:
dileme, isteme, bir şeyi
yapma veya yapmama konu-
sunda karar verebilme ve bu
kararı yerine getirme gücü.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme, kanıtlama.
işareten:
işaret ederek.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kanun-i hikmet:
her şeyin
belli bir amaca yönelik, yerli
1.
Sizin yaratılmanız da, diriltilmeniz de tek bir kişinin yaratılıp diriltilmesi gibidir. (Lokman
Suresi: 28.)
Mektubat | 491 |
Y
irmi
d
ördÜncÜ
m
ekTup