zîruh olmayanlar, doğrudan doğruya onlardaki hüsün
ve cemal, esma-i İlâhiyeye aittir; şeref onlaradır, medih
onların hesabına geçer, güzellik onlarındır, muhabbet
onlara gider; o âyinelerin değişmesiyle onlara bir zarar
iras etmez.
eğer zîruh ise, zevilukulden değilse, onların zeval ve fi-
rakı bir adem ve fenâ değil, belki vücud-i cismanîden ve
vazife-i hayatın dağdağasından kurtulup, kazandıkları va-
zifenin semerelerini bâkî olan ervahlarına devrederek,
onların, o ervah-ı bâkiyeleri dahi birer esma-i İlâhiyeye
istinat ederek devam eder, belki kendine lâyık bir saade-
te gider.
eğer o zîruhlar zevilukulden ise, zaten saadet-i ebedi-
yeye ve maddî ve manevî kemalâta medar olan âlem-i
bekaya ve o sâni-i Hakîm’in dünyadan daha güzel, da-
ha nuranî olan âlem-i berzah, âlem-i misal, âlem-i ervah
gibi diğer menzillerine, başka memleketlerine bir seyrü-
seferdir; bir mevtüadem ve zevalüfirak değil, belki kema-
lâta kavuşmaktır.
Elhâsıl
: Madem sâni-i zülcelâl vardır ve bâkîdir ve sı-
fât ve esması daimî ve sermedîdirler; elbette o esmanın
cilveleri ve nakışları, bir manevî beka içinde teceddüt
eder; tahrip ve fenâ, idam ve zeval değildirler. Malûmdur
ki, insan, insaniyet cihetiyle, ekser mevcudatla alâkadar-
dır. onların saadetleriyle mütelezziz ve helâketleriyle mü-
teellimdir. Hususan zîhayat ile, ve bilhassa nev-i beşerle
ve bilhassa sevdiği ve istihsan ettiği ehl-i kemalin âlâmıy-
la daha ziyade müteellim ve saadetleriyle daha ziyade
me.
istinat:
dayanma.
kemalât:
mükemmellikler, üstün
ve kusursuz özellikler.
lâyık:
uygun, münasip.
maddî:
madde ile alâkalı.
malûm:
bilinen.
manevî:
maddî olmayan.
medar:
kaynak.
medih:
övme, övgü.
menzil:
yer, durak.
mevt ü adem:
ölüm ve yokluk.
muhabbet:
sevgi.
müteellim:
acı ve üzüntü duyan.
mütelezziz:
lezzet alan.
nakış:
işleme, süs.
nev-i beşer:
insanlık.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak.
saadet:
mutluluk.
saadet-i ebediye:
sonsuz mutlu-
luk.
Sâni-i Hakîm:
her şeyi sanatla ve
hikmetle yaratan Allah.
Sâni-i Zülcelâl:
sonsuz büyüklük
sahibi, her şeyi sanatla yaratan
Allah.
semere:
meyve.
sermedî:
sürekli, devamlı.
seyrüsefer:
yolculuk.
sıfât:
hâller, nitelikler, vasıflar.
şeref:
yücelik.
tahrip:
yıkma, bozma.
teceddüt:
tazelenme, yenilenme.
vazife:
görev.
vazife-i hayat:
hayat vazifesi, gö-
revi.
vücud-i cismanî:
cisim hâlindeki
maddî vücut.
zeval:
sona erme, yok olma.
zevalüfirak:
kayboluş ve ayrılık.
zevilukul:
akıl sahipleri.
zîhayat:
hayat sahibi.
zîruh:
ruh sahibi.
ziyade:
çok, fazla,
adem:
yokluk, hiçlik.
âlâm:
kederler, elemler, acı-
lar.
âlem-i beka:
sonsuzluk âle-
mi, ahiret.
âlem-i berzah:
ruhların kıya-
mete kadar kalacakları âlem;
kabir âlemi.
âlem-i ervah:
ruhlar âlemi.
âlem-i misal:
görüntüler âle-
mi, dünyadaki işlerin görün-
tülendiği ve gözlendiği, ruhla-
rın bulunduğu âlem.
âyine:
ayna.
bâkî:
devamlı, sürekli.
beka:
devamlılık ve kalıcılık,
sonsuzluk.
bilhassa:
özellikle.
cemal:
güzellik.
cihet:
yan, taraf.
cilve:
yansıma, görüntü.
dağdağa:
sıkıntı, ıztırap; kar-
gaşa.
daimî:
sürekli, devamlı.
ehl-i kemal:
değerli kemal
sahibi olan kişiler.
ekser mevcudat:
varlıkların
çoğu.
elhâsıl:
sonuç olarak, özetle.
ervah:
ruhlar.
ervah-ı bâkiye:
kalan ebedî
ruhlar; yok olmayan ruhlar.
esma:
isimler.
esma-i İlâhiye:
Allah’ın isim-
leri.
fenâ:
yok olma, yokluk, geçip
gitme.
firak:
ayrılık, ayrılma.
helâket:
mahvolma, mahvo-
luş.
hususan:
özellikle.
hüsün:
güzellik.
insaniyet:
insanlık.
iras:
verme, sebep olma.
istihsan:
güzel bulma, beğen-
Mektubat | 485 |
Y
irmi
d
ördÜncÜ
m
ekTup