elvah-ı mahfuzada ve elvah-ı mahfuzanın numuneleri
olan kuvve-i hafızalarda kalır. demek, bir vücud-i sûrî
kaybeder, yüzer vücud-i manevî ve ilmî kazanır.
Meselâ, nasıl ki bir sahifenin tab’ına medar olan mat-
baa hurufatına bir vaziyet ve bir tertip verilir ve bir sahi-
fenin tab’ına medar olur; ve o sahife ise, suretini ve hü-
viyetini, basılan müteaddit yapraklara verip ve manaları-
nı çok akıllara neşrettikten sonra, o matbaa hurufatının
vaziyeti ve tertibi de değiştirilir. Çünkü daha ona lüzum
kalmadı; hem başka sahifelerin tab’ı lâzım geliyor. İşte,
aynen bunun gibi, şu mevcudat-ı arziye, hususan nebati-
ye, kalem-i kader-i İlâhî onlara bir tertip, bir vaziyet ve-
rir; bahar sahifesinde kudret onları icat eder; ve güzel
manalarını ifade ederek, suretleri ve hüviyetleri âlem-i
misal gibi âlem-i gaybın defterine geçtikleri için, hikmet
iktiza ediyor ki, o vaziyet değişsin, tâ yeni gelecek diğer
bahar sahifesi yazılsın, onlar dahi manalarını ifade et-
sinler.
İkİNCİ İŞaRet
p
ás
«p
Mr
ƒs
?dG p
êƒo
°ùt
ædGn
h p
ás
«p
Ñr
«n
¨r
dG p
?p
FÉn
?n
?r
G p
êÉn
àr
fp
G n
™n
e :Ék
«p
fÉn
Kn
h
Bu fıkra işaret eder ki:
Her bir şey, cüz’î olsun küllî olsun, vücuttan gittikten
sonra –hususan zîhayat olsa– çok hakaik-ı gaybiye neti-
ce vermekle beraber, âlem-i misalin defterlerinde olan
levh-i misalî üstünde etvar-ı hayatı adedince suretleri bı-
rakıp, o suretlerden manidar olan ve mukadderat-ı haya-
tiye denilen sergüzeşt-i hayatiyeleri yazılır ve ruhaniyata
bir mütalâagâh olur.
âlem-i gayp:
varlığı kesin olan ve
mahiyeti Allah tarafından bilinen,
görünmeyen başka dünyalar.
âlem-i misal:
görüntüler âlemi,
dünyadaki işlerin görüntülendiği
ve gözlendiği, ruhların bulunduğu
âlem.
cüz’î:
az, küçük, ferdi.
elvah-ı mahfuza:
her şeyin ka-
derinin kaydedilip korunduğu
manevî levhalar.
etvar-ı hayat:
hayat boyu yaşa-
nan değişimler, hâller.
fıkra:
kısım, bölüm.
hakaik-ı gaybiye:
gizli ve bilin-
meyen gerçekler.
hikmet:
her şeyin belirli gayelere
yönelik, anlamlı, faydalı ve yerli
yerinde olması.
hurufat:
harfler, matbaada kulla-
nılan dökme harfler.
hususan:
özellikle.
hüviyet:
kimlik.
icat:
yaratma, var etme.
ifade:
anlatma, bildirme.
iktiza etme:
gerektirme.
kalem-i kader-i İlâhî:
Allah’ın ka-
der kalemi, Cenab-ı Allah’ın her
şeyi önceden takdir buyurup
yazması.
kudret:
Allah’ın sonsuz güç ve
kuvveti.
kuvve-i hafıza:
hafıza gücü.
küllî:
büyük, çok, umumî.
levh-i misal:
yaratılan şeyle-
rin bütün hâllerinin görüntü-
lendiği, kayıt edildiği levha,
yer.
lüzum:
ihtiyaç, gereklik.
mana:
anlam.
manidar:
anlamlı.
matbaa:
kitap, dergi, gazete
vb. şeylerin basıldığı makine,
yer.
medar:
sebep, vasıta, kay-
nak.
meselâ:
örnek olarak.
mevcudat-ı arziye:
yeryü-
zündeki varlıklar.
mukadderat-ı hayatiye:
ha-
yat boyu başa gelmesi takdir
edilmiş olaylar.
mütalâagâh:
okuma, incele-
me ve düşünme yeri.
müteaddit:
ayrı ayrı, çeşitli.
nebatiye:
bitki olanlar.
neşretme:
yayma, dağıtma.
netice:
sonuç.
numune:
örnek.
ruhaniyat:
maddî yapısı ola-
mayan ruhtan yaratılmış var-
lıklar.
sahife:
sayfa.
sergüzeşt-i hayatiye:
hayat
macerası, yaşananlar.
suret:
şekil, biçim.
tab’:
baskı, basılma.
tertip:
düzenleme, sıralama.
vaziyet:
durum, duruş, hâl.
vücud-i manevî ve ilmi:
gö-
rünmeyen, ilmi ve manevî
vücut.
vücud-i sûrî:
görünen vücut,
varlık.
vücut:
varlık.
zîhayat:
hayat sahibi.
Y
irmi
d
ördÜncÜ
m
ekTup
| 494 | Mektubat