isterler. Meselâ su, hararet, toprak, ziya, bir çekirdek et-
rafında bir vaziyet alarak, o vaziyet bir lisan-ı duadır ki,
“Bu çekirdeği ağaç yap, yâ Hâlık’ımız” derler. Çünkü o
mu’cize-i harika-i kudret olan ağaç, o şuursuz, camit, ba-
sit maddelere havale edilmez, havalesi muhaldir. de-
mek, içtima-ı esbap bir nevi duadır.
•
İkincineviduaihtiyac-ıfıtrîlisanıyladır
ki, bütün zî-
hayatların iktidar ve ihtiyarları dahilinde olmayan hacet-
lerini ve matlâplarını ummadıkları yerden vakt-i müna-
sipte onlara vermek için, Hâlık-ı rahîm’den bir nevi du-
adır. Çünkü, iktidar ve ihtiyarları haricinde, bilmedikleri
yerden, vakt-i münasipte onlara bir Hakîm-i rahîm
gönderiyor; elleri yetişmiyor. demek, o ihsan dua neti-
cesidir.
elhâsıl, bütün kâinattan dergâh-ı İlâhiyeye çıkan bir
duadır; esbap olanlar, müsebbebatı Allah’tan isterler.
•
Üçüncünevidua,ihtiyaçdairesindezîşuurlarındu-
asıdır
ki, bu da iki kısımdır:
eğer ıztırar derecesine gelse veya ihtiyac-ı fıtrîye tam
münasebettar ise veya lisan-ı istidada yakınlaşmış ise ve-
ya safî, halis kalbin lisanıyla ise, ekseriyet-i mutlaka ile
makbuldür. terakkiyat-ı beşeriyenin kısm-ı azamı ve keş-
fiyatları, bir nevi dua neticesidir. Havarik-ı medeniyet de-
dikleri şeyler ve keşfiyatlarına medar-ı iftihar zannettikle-
ri emirler, manevî bir dua neticesidir. Halis bir lisan-ı is-
tidat ile istenilmiş; onlara verilmiştir. lisan-ı istidat ile ve
lisan-ı ihtiyac-ı fıtrî ile olan dualar dahi, bir mâni olmaz-
sa ve şerait dahilinde ise, daima makbuldürler.
camit:
cansız.
dahilinde:
içinde.
daima:
sürekli, her zaman.
dergâh-ı İlâhiye:
Cenab-ı Hakkın
dergâhı, kapısı, makamı.
ekseriyet-i mutlaka:
çokluk, ke-
sin çoğunluk.
elhâsıl:
sonuç olarak, özetle.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
hacet:
ihtiyaç.
Hakîm-i Rahîm:
her şeyi gaye ve
hikmetlerle yaratan, çok çok
merhametli, Allah.
halis:
saf.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
Hâlık-ı Rahîm:
sonsuz merhamet
ve şefkat sahibi yaratıcı, Allah.
hararet:
sıcaklık.
hariç:
dışında.
havale etmek:
vermek, gönder-
mek.
havarik-ı medeniyet:
medeniyet
harikaları, teknoloji harikaları.
ıztırar:
çaresizlik, zorda kalma.
içtima-ı esbap:
sebeplerin bir
araya gelmesi, toplaması.
ihsan:
iyilik, yardım, ikram, bağış.
ihtiyac-ı fıtrî:
yaratılışın gereği
olan ihtiyaç.
ihtiyar:
seçme, tercih, irade.
iktidar:
güç, kuvvet.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
keşfiyat:
keşifler, bulup mey-
dana çıkarılan şeyler.
kısm-ı azam:
büyük kısım.
lisan:
dil.
lisan-ı dua:
dua dili, ifadesi.
lisan-ı ihtiyac-ı fıtrî:
yaratılış-
tan gelen ihtiyaçların dili.
lisan-ı istidat:
kabiliyet dili.
makbul:
kabul edilmiş, ge-
çerli.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mâni:
engel.
matlâp:
istek, istenen şey.
medar-ı iftihar:
övünç kay-
nağı, övünme sebebi.
mu’cize-i harika-i kudret:
İlâhî kudretin harika mu’cize-
si.
muhal:
imkânsız.
münasebettar:
ilgili, alâkalı.
müsebbebat:
bir sebeple
olanlar, sebeple meydana çı-
kanlar, neticeler.
netice:
sonuç.
nevi:
tür, çeşit.
safî:
saf, temiz, samimî.
şerait:
şartlar.
şuursuz:
bilinçsiz.
terakkiyat-ı beşeriye:
insan-
lığın yükselişi, ilerlemesi.
ummak:
beklemek.
vakt-i münasip:
uygun za-
man.
vaziyet:
hâl, durum.
zannetme:
sanma.
zîhayat:
hayat sahibi.
zîşuur:
şuur sahibi, bilinçli.
ziya:
ışık.
Y
irmi
d
ördÜncÜ
m
ekTup
| 504 | Mektubat