İkinci kısım: Meşhur duadır. o da iki nevidir: biri fiilî,
biri kavlî. Meselâ çift sürmek, fiilî bir duadır. rızkı top-
raktan değil; belki toprak hazine-i rahmetin bir kapısıdır
ki, rahmetin kapısı olan toprağı saban ile çalar.
sair kısımların tafsilâtını tayyedip, yalnız kavlî duanın
bir iki sırlarını gelecek iki üç nüktede söyleyeceğiz.
İkİNCİ NÜkte
duanın tesiri azîmdir. Hususan dua külliyet kesb ede-
rek devam etse, netice vermesi galiptir, belki daimîdir.
Hatta denilebilir ki, sebeb-i hilkat-i âlemin birisi de du-
adır. Yani, kâinatın hilkatinden sonra, başta nev-i beşer
ve onun başında âlem-i İslâm ve onun başında Muham-
med-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâmın muazzam olan du-
ası, bir sebeb-i hilkat-i âlemdir. Yani, Hâlık-ı Âlem, istik-
balde o zatı, nev-i beşer namına, belki mevcudat hesabı-
na, bir saadet-i ebediye, bir mazhariyet-i esma-i İlâhiye
isteyecek bilmiş, o gelecek duayı kabul etmiş, kâinatı
halk etmiş.
Madem duanın bu derece azîm ehemmiyeti ve vüs’ati
vardır; hiç mümkün müdür ki, bin üç yüz elli senede, her
vakitte, nev-i beşerden üç yüz milyon, cin ve ins ve me-
lek ve ruhaniyattan had ve hesaba gelmez mübarek zat-
lar, bilittifak zat-ı Muhammedî Aleyhissalâtü Vesselâm
hakkında rahmet-i uzma-i İlâhiye ve saadet-i ebediye ve
husul-i maksut için duaları nasıl kabul olmasın? Hiçbir ci-
hetle mümkün müdür ki, o duaları reddedilsin?
mevcudat:
varlıklar, yaratılmış
şeyler.
muazzam:
çok büyük, önemli.
Muhammed-i arabî:
Arapların
içinden çıkan Peygamberimiz
Muhammed.
mübarek zatlar:
faziletli, olgun,
hayırlı, insanlar.
netice:
sonuç.
nevi:
tür, çeşit.
nev-i beşer:
insan nev’i, insanlık.
nükte:
herkesin anlayamadığı in-
ce mana, ancak dikkat edildiğin-
de anlaşılan ince söz ve mana.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
esirgeme, bağışlama, şefkat gös-
terme.
ruhaniyat:
madde âleminden
başka bir âlemde, ruhlar âlemin-
de yaşayan varlıklar.
rızık:
yiyecek.
saadet-i ebediye:
devamlı, son-
suz mutluluk.
saban:
toprağı ekilecek duruma
getiren araç.
sair:
diğer, başka, öteki.
sebeb-i hilkat-i âlem:
âlemin ya-
ratılış sebebi.
tafsilât:
ayrıntı, detay.
tayyetmek:
atlamak, geçmek.
tesir:
etki.
vüs’at:
genişlik.
zat:
şahıs, kişi; Peygamberimiz.
zat-ı Muhammed:
Peygamberi-
mizin şahsı.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
aleyhissalâtü vesselâm:
“sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun” anlamında.
azîm:
büyük.
bilittifak:
beraberce, oy birli-
ğiyle, tamamıyla.
cihet:
yön.
cin:
gözle görünmez, lâtif ci-
simlerden ibaret bir yaratık.
çift sürmek:
tarlayı ekilecek
hale getirmek.
daimî:
sürekli, devamlı.
ehemmiyet:
önem, kıymet,
değer.
fiilî dua:
hareketlerle yapılan
dua.
fiilî:
fiille ilgili, amelî.
had ve hesaba gelmemek:
sayısı ve sınırı belli olmamak.
halk etme:
yaratma, var et-
me.
Hâlık-ı Âlem:
âlemin yaratıcı-
sı, bütün âlemi yaratan, Allah.
hazine-i rahmet:
rahmet ha-
zinesi.
hilkat:
yaratılma, yaratılış.
husul-i maksut:
istenen şe-
yin gerçekleşmesi.
hususan:
bilhassa, özellikle.
ins:
insan, âdemoğlu.
istikbal:
gelecek.
kâinat:
âlem, cihan; yaratıl-
mış olan şeylerin tamamı, bü-
tün âlemler, varlıklar.
kavlî dua:
sözle yapılan dua.
kesb etmek:
kazanmak.
külliyet:
genişlik.
mazhariyet-i esma-i İlâhiye:
Allah’ın isimlerinin tecellisine
ayna olma, onları gösterme.
meselâ:
örneğin.
meşhur:
herkesin bildiği,
yaygın.
Mektubat | 505 |
Y
irmi
d
ördÜncÜ
m
ekTup