Mektubat - page 507

bakar. dünyevî maksatlar hâsıl olmazsa, “o dua kabul
olmadı” denilmez. Belki “daha duanın vakti bitmedi” de-
nilir.
Hem hiç mümkün müdür ki, bütün ehl-i imanın bütün
zamanlarda, mütemadiyen kemal-i hulûs ve iştiyak ve
dua ile istedikleri saadet-i ebediye onlara verilmesin ve
bütün kâinatın şahadetiyle hadsiz rahmeti bulunan o ke-
rîm-i Mutlak, o rahîm-i Mutlak, bütün onların o duasını
kabul etmesin ve saadet-i ebediye vücut bulmasın?
ÜÇÜNCÜ NÜkte
dua-i kavlî-i ihtiyarînin makbuliyeti iki cihetledir: Ya
aynı matlûbu ile makbul olur, veyahut daha evlâsı verilir.
Meselâ, birisi kendine bir erkek evlât ister. Cenab-ı
Hak, Hazret-i Meryem gibi bir kız evlâdını veriyor. “du-
ası kabul olunmadı” denilmez. “daha evlâ bir surette ka-
bul edildi” denilir. Hem bazen kendi dünyasının saadeti
için dua eder. duası ahiret için kabul olunur. “duası red-
dedildi” denilmez. Belki, “daha enfa bir surette kabul
edildi” denilir. Ve hakeza…
Madem Cenab-ı Hak Hakîm’dir; biz ondan isteriz, o
da bize cevap verir. Fakat, hikmetine göre bizimle mu-
amele eder. Hasta, tabibin hikmetini ittiham etmemeli.
Hasta bal ister; tabib-i hazık, sıtması için sülfato verir.
“tabip beni dinlemedi” denilmez. Belki ahufizarını dinle-
di, işitti, cevap da verdi, maksudun iyisini yerine getirdi.
edildiğinde anlaşılan ince söz ve
mana.
Rahîm-i Mutlak:
sonsuz merha-
met ve şefkat sahibi olan Allah.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
esirgeme, bağışlama, şefkat gös-
terme.
saadet:
mutluluk, bahtiyarlık.
saadet-i ebediye:
sonsuz mutlu-
luk.
suret:
biçim, şekil, tarz.
sülfato:
kinin, sıtma ilâcı.
sıtma:
anofel türü sivri sineğin
sokmasıyla insandan insana bu-
laşan, titreme, ateş ve ter nöbet-
leriyle kendini gösteren bir hasta-
lık, malarya.
şahadet:
şahitlik, tanıklık.
tabib-i hazık:
uzman doktor.
tabip:
hekim, doktor.
ahiret:
öbür dünya, öteki
dünya,
ahufizar:
feryat.
cihet:
yön.
dua-i kavlî-i ihtiyarî:
bilinçli
olarak yapılan sözlü dua.
dünyevî:
dünyaya ait.
ehl-i iman:
Allah’a inananlar,
iman sahipleri.
enfa:
en faydalı, çok faydalı.
evlâ:
daha iyi.
evlât:
çocuk.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakeza:
bunun gibi, Benzeri.
Hakîm:
her şeyi belirli gaye-
lere yönelik, faydalı, anlamlı,
yerli yerinde yaratan Allah.
hâsıl olma:
meydana gelme.
hikmet:
ilim; belirli gayeler
ve faydalar gözeterek iş yap-
ma.
iştiyak:
şiddetli arzu, istek.
ittiham etme:
suçlama, suç
altında bulundurma.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kemal-i hulûs:
tam bir sami-
miyet ve içtenlik.
kerîm-i Mutlak:
sonsuz ve sı-
nırsız ikram sahibi olan Allah.
makbuliyet:
kabul edilmiş ol-
ma, geçerlilik.
maksat:
kastedilen, istenen,
niyet, meram.
maksut:
kastolunan, istenilen
şey.
matlûp:
talep edilen, isteni-
len şey.
meselâ:
örnek olarak.
muamele etme:
davranma.
mütemadiyen:
sürekli ola-
rak.
nükte:
herkesin anlayamadı-
ğı ince mana, ancak dikkat
Mektubat | 507 |
Y
irmi
d
ördÜncÜ
m
ekTup
1...,497,498,499,500,501,502,503,504,505,506 508,509,510,511,512,513,514,515,516,517,...1086
Powered by FlippingBook