bir kısım hakaikına birer ihtardır ve kabil-i tabir olmayan
bazı manalara birer kinayedir. Yoksa, malûmumuz olan
manalar ile macera değil. Biz, hayalimiz ile o muhavere-
lerden o hakikatleri alamayız; belki kalbimizle heyecanlı
bir zevk-i imanî ve nuranî bir neşe-i ruhanî alabiliriz.
Çünkü, nasıl Cenab-ı Hakkın zat ve sıfâtında nazir ve şe-
bih ve misli yoktur; öyle de, şuunat-ı rububiyetinde misli
yoktur. sıfâtı nasıl mahlûkat sıfâtına benzemiyor; mu-
habbeti dahi benzemez.
öyle ise, şu tabiratı müteşabihat nev’inden tutup, de-
riz ki: zat-ı Vacibü’l-Vücud’un vücub-i vücuduna ve kud-
siyetine münasip bir tarzda ve istiğna-i zatîsine ve ke-
mal-i mutlakına muvafık bir surette, muhabbeti gibi bazı
şuunatı var ki, Miraciye macerasıyla onu ihtar ediyor.
Mirac-ı nebeviyeye dair otuz Birinci söz, hakaik-ı Mira-
ciyeyi usul-i imaniye dairesinde izah etmiştir. ona iktifa-
en burada ihtisar ediyoruz.
DÖRDÜNCÜ NÜkte
“Yetmiş bin perde arkasında Cenab-ı Hakkı gör-
müş”
(1)
tabiri bu’diyet-i mekânı ifade ediyor. Hâlbuki,
Vacibü’l-Vücud mekândan münezzehtir, her şeye her
şeyden daha yakındır. Bu ne demektir?
El cevap
: otuz Birinci sözde mufassalan, bürhanlar
ile o hakikat beyan edilmiştir. Burada yalnız şu kadar de-
riz ki:
Mirac-ı Nebeviye:
Peygamberi-
mizin miraca, Allah katına çıkışı.
misli:
benzeri.
mufassalan:
ayrıntılı olarak.
muhavere:
karşılıklı konuşma.
muvafık:
yerinde, uygun,
münasip:
uygun, yakışır.
münezzeh:
muhtaç olmayan,
uzak, berî.
müteşabihat:
birbirine benze-
yen, manası açık olmayan ifade-
ler, sözler.
nazir:
benzer, eş.
neşe-i ruhanî:
ruhen duyulan se-
vinç ve neşe.
nuranî:
nurlu, parlak.
nükte:
herkesin anlayamadığı in-
ce mana, ancak dikkat edildiğin-
de anlaşılan ince söz ve mana.
perde:
örtü, engel.
suret:
biçim, şekil, tarz.
sıfât:
hâller, nitelikler, vasıflar.
şebih:
benzeyen, benzer.
şuunat:
Allah’ın yüce zatından
ayrılmayan ve zatının gereği olan
iş, fiil, hâl ve keyfiyetleri.
şuunat-ı rububiyet:
idare ve ter-
biye edici Rabbimizin zatına
mahsus iş, fiil, hâl ve keyfiyetleri.
tabir:
ifade, söz deyim.
tabirat:
tabirler, deyimler, sözler.
usul-i imaniye:
iman esasları.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî ve
zatî olan; varlığı başkasının varlı-
ğına bağlı değil, kendinden olup
ezelî ve ebedî olan Allah.
vücub-i vücut:
varlığı gerekli ol-
mak, olmaması imkânsız olmak,
varlığı zarurî ve vacip olmak, vaz-
geçilmez olmak.
zat:
büyüklük ve yücelik sahibi
Allah’ın zatı.
Zat-ı Vacibü’l-Vücud:
varlığı
mutlaka gerekli olan zat, Cenab-ı
Allah.
zevk-i imanî:
imanın verdiği
zevk.
beyan:
anlatma, açıklama.
bu’diyet-i mekân:
mekân,
yer uzaklığı.
bürhan:
delil, ispat.
dair:
alâkalı, ait, ilgili.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakaik-ı miraciye:
miracın
içinde gizli olan hakikatler.
hakikat:
gerçek, bir şeyin aslı
ve esası.
ifade:
anlatma, bildirme.
ihtar:
hatırlatma.
ihtisar:
kısaltma, özetleme.
iktifaen:
yeterli görerek.
istiğna-i zatî:
Allah’ın hiç bir
şeye muhtaç olmaması.
izah:
açıklama, anlatma.
kabil-i tabir:
yoruma açık, ta-
bir edilebilir.
kemal-i mutlaka:
sonsuz ve
sınırsız mükemmellik.
kinaye:
maksadı, kapalı bir
şekilde ve dolaylı olarak anla-
tan söz.
kudsiyet:
kutsallık, her türlü
kusur ve noksandan uzak
oluş.
mahlûkat:
yaratılmışlar, var-
lıklar.
malûm:
bilinen.
mana:
anlam.
mekân:
yer.
miraciye:
Hz. Muhammed’in
mirac-ı şeriflerinden bahse-
den eser, şiir.
1.
Kastalânî, Mevahibü’l-Ledünniye (Şerh: Zeganî), 6:93-100.
Mektubat | 515 |
Y
irmi
d
ördÜncÜ
m
ekTup