ise, eğer Hazret-i Mûsa Aleyhisselâmın tur-i sina’da işit-
tiği kelâmullah tarzında olsa idi, beşer bunu dinlemekte
ve işitmekte tahammül edemezdi ve merci edemezdi.
Hazret-i Mûsa Aleyhisselâm gibi bir ulülazm, ancak bir-
kaç kelâmı işitmeye tahammül etmiştir. Mûsa Aleyhisse-
lâm demiş:
(1)
p
án
æp
°ùr
dn
’r
G p
™«
p
ªn
L o
I s
ƒ o
b
p
‹ *G n
?Én
b ?n
? o
e n
Ón
c Gn
òn
µ
'
gn
G
Şeytanyinedöndü,dediki
: “kur’ân’ın mesaili gibi,
çok zatlar o çeşit mesaili din namına söylüyorlar. onun
için, bir beşer, din namına böyle bir şey yapmak müm-
kün değil mi?”
Cevaben,Kur’ân’ınnuruyladedimki
:
Evvelâ
: dindar bir adam, din muhabbeti için, “Hak
böyledir, hakikat budur, Allah’ın emri böyledir” der.
Yoksa, Allah’ı kendi keyfine konuşturmaz. Hadsiz dere-
ce haddinden tecavüz edip, Allah’ın taklidini yapıp,
onun yerinde konuşmaz.
(2)
$G n
¤n
Y n
Ü n
ò
n`c
r
ø s
` p
‡ o
º n
?`r
Xn
G r
øn
ªn
a
düsturundan titrer.
Vesaniyen
: Bir beşer kendi başına böyle yapması ve
muvaffak olması hiçbir cihetle mümkün değildir, belki
yüz derece muhaldir. Çünkü, birbirine yakın zatlar birbi-
rini taklit edebilirler. Bir cinsten olanlar birbirinin sureti-
ne girebilirler. Mertebece birbirine yakın olanlar birbiri-
nin makamlarını taklit edebilirler. Muvakkaten insanları
iğfal ederler; fakat daimî iğfal edemezler. Çünkü, ehl-i
dikkat nazarında, alâküllihâl, etvar ve ahvali içindeki ta-
sannuatlar ve tekellüfatlar sahtekârlığını gösterecek; hi-
lesi devam etmeyecek.
ahval:
hâller, durumlar.
ala külli hâl:
her durumda.
aleyhisselâm:
selâm onun üzeri-
ne olsun.
beşer:
insan.
cihet:
yön, taraf.
daimî:
sürekli, devamlı.
dindar:
dinin emirlerini yerine
getiren.
düstur:
kural, prensip.
ehl-i dikkat:
dikkatli olanlar, dik-
kat sahipleri.
etvar:
tavırlar, hâl ve hareketler.
evvelâ:
birinci olarak.
haddinden tecavüz etmek:
sınırı
aşıp söz ve harekette ileri gitmek.
hadsiz:
sınırsız.
hak:
doğru, gerçek.
hakikat:
gerçek, doğru.
hile:
aldatmaya yönelik davranış.
iğfal etmek:
yanıltmak, aldat-
mak.
kelâm:
söz, konuşma.
kelâmullah:
Allah’ın kelâmı, sö-
zü.
keyif:
istek, arzu.
makam:
manevî mevki.
merci:
başvurulacak yer, kaynak.
mertebe:
rütbe, derece.
mesail:
meseleler, önemli konu-
lar.
muhabbet:
sevgi.
muhal:
imkânsız.
muvaffak:
başarılı.
muvakkaten:
geçici olarak.
namına:
adına.
nazar:
bakış, görüş.
sahtekâr:
sahte şeyler ya-
pan, düzenbaz.
saniyen:
ikinci olarak.
suret:
kılık, görünüş.
tahammül etme:
dayanma.
taklit:
benzemeye veya ben-
zetmeye çalışma.
tasannuat:
yapmacık hare-
ketler.
tekellüfat:
zoraki ve gösteri-
şe kapılarak yapılan hareket-
ler.
tur-i Sina:
Sina Dağı.
ulülazm:
kendilerine yapılan
türlü işkencelere tahammül
eden Hz. Muhammed, Hz.
Hûd, Salih, Lût, Şuayp, İsa, Mû-
sa, İshak, Yakup, Yusuf, Ey-
yub, İbrahim, Nuh Peygam-
berler.
zalim:
zulmeden, haksızlık
eden.
zat:
kişi, şahıs.
1.
“‘Senin konuşman böyle midir?’ Allah buyurdu: ‘Ben bütün dillerin kuvvetine sahibim.’” (Ha-
dis-i şerif: Tefsir-uİbniKesir, 1:505; Mu’cemü’t-Taberanîel-Evsaf, 1:991.)
2.
Allah adına yalan söyleyenden daha zalim kim vardır? (Zümer Suresi: 32.)
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup
| 524 | Mektubat