Mektubat - page 522

yere bırakılacak. Hangisi ispat etse, o alır. eğer o iki
müddei birbirinden gayet uzak, biri maşrıkta, biri mağ-
ripte ise, o vakit, kaideten, sahibülyed kim ise onun elin-
de bırakılacaktır. Çünkü ortada bırakmak kabil değildir.
İşte, kur’ân kıymettar bir maldır. Beşer kelâmı Ce-
nab-ı Hakkın kelâmından ne kadar uzaksa, o iki taraf o
kadar, belki hadsiz birbirinden uzaktır. İşte, serâdan sü-
reyya’ya kadar birbirinden uzak o iki taraf ortasında bı-
rakmak mümkün değildir. Hem, ortası yoktur. Çünkü,
vücut ve adem gibi ve nakızeyn gibi iki zıttırlar; ortası
olamaz. öyle ise, kur’ân için sahibülyed, taraf-ı İlâhîdir.
öyle ise, onun elinde kabul edilip, öylece delâil-i ispata
bakılacak. eğer öteki taraf, onun kelâmullah olduğuna
dair bütün bürhanları birer birer çürütse, elini ona uzata-
bilir; yoksa uzatamaz.
Heyhat! Binler berahin-i kat’iyenin mıhlarıyla Arş-ı
Azama çakılan bu muazzam pırlantayı, hangi el bütün o
mıhları söküp, o direkleri kesip, onu düşürebilir?
İşte, ey şeytan, senin rağmına, ehl-i hak ve insaf bu
suretteki hakikatli muhakeme ile muhakeme ederler.
Hatta, en küçük bir delilde dahi kur’ân’a karşı imanları-
nı ziyadeleştirirler.
senin ve şakirtlerinin gösterdiği yol ise: Bir kere beşer
kelâmı farz edilse, yani Arşa bağlanan o muazzam pır-
lanta yere atılsa, bütün mıhların kuvvetinde ve çok bür-
hanların metanetinde bir tek bürhan lâzım ki onu yerden
kaldırıp Arş-ı Manevîye çaksın; tâ küfrün zulümatından
adem:
yokluk.
arş:
en yüksek gök tabakası, Al-
lah’ın büyüklüğünün ve yüceliği-
nin tecelli ettiği yer.
arş-ı azam:
en büyük arş; Ce-
nab-ı Hakkın kudret ve saltanatı-
nın en büyük dairesi, yüceler yü-
cesi İlâhî makam.
arş-ı Manevî:
manevî arş.
berahin-i kat’iye:
kesin deliller.
beşer:
insan.
bürhan:
delil.
Cenab-ı Hak:
hakkın ta kendisi
olan, şeref ve yücelik sahibi Allah.
dair:
ait, ilgili.
delâil-i ispat:
ispat delilleri.
ehl-i hak ve insaf:
doğru ve
hak yolda olan insaf sahibi
kimseler.
farz etmek:
öyle kabul et-
mek, varsaymak.
gayet:
son derece, çok.
hadsiz:
sınırsız.
hakikat:
gerçek ve doğru.
heyhat:
çok yazık.
iman:
inanç, itikat.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
kabil:
mümkün, olabilir.
kaideten:
kural gereği.
kelâm:
söz, konuşma.
kelâmullah:
Allah’ın kelâmı.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
küfür:
imansızlık, dinsizlik.
lâzım:
gerekli.
mağrip:
batı.
maşrık:
doğu.
metanet:
sağlamlık, dayanık-
lılık.
mıh:
çivi.
muazzam:
çok büyük.
muhakeme:
değerlendirme.
müddei:
iddia sahibi, davacı.
nakızeyn:
birbirine zıt olan
iki şey.
pırlanta:
kıymetli parlak el-
mas.
rağmına:
aksine, zıddına.
sahibülyed:
sahip olan el;
mal sahibi, malı elinde tutan
kimse.
sera:
yer, dünya.
suret:
şekil, biçim, tarz.
Süreyya:
Ülker takım yıldızı.
şakirt:
öğrenci.
taraf-ı İlâhî:
Allah’ın tarafı.
vücut:
varlık.
zıt:
ters.
ziyade:
çok, fazla.
zulümat:
karanlıklar.
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup
| 522 | Mektubat
1...,512,513,514,515,516,517,518,519,520,521 523,524,525,526,527,528,529,530,531,532,...1086
Powered by FlippingBook