Adem-i kabul bir lâkaytlıktır, bir göz kapamaktır ve ca-
hilâne bir hükümsüzlüktür. Bu surette, çok muhal şeyler
onun içinde gizlenebilir. onun aklı onlarla uğraşmaz.
Amma inkâr ise, o adem-i kabul değil, belki o kabul-i
ademdir, bir hükümdür. onun aklı hareket etmeye mec-
burdur.
o hâlde, senin gibi bir şeytan, onun aklını elinden alır,
sonra inkârı ona yutturur. Hem, ey şeytan, batılı hak ve
muhali mümkün gösteren gaflet ve dalâlet ve safsata ve
inat ve mağlâta ve mükâbere ve iğfal ve görenek gibi şey-
tanî desiselerle, çok muhalâtı intaç eden küfür ve inkârı,
o bedbaht insan suretindeki hayvanlara yutturmuşsun.
Rabian
: Hem, kur’ân’ı kelâm-ı beşer farz etmek, lâ-
zım gelir ki, âlem-i insaniyetin semasında yıldızlar gibi
parlayan asfiyalara, sıddıkînlere, aktaplara bilmüşahede
rehberlik eden ve bilbedahe mütemadiyen hak ve hakka-
niyeti, sıdk ve sadakati, emn ve emaneti umum tabakat-ı
ehl-i kemale talim eden ve erkân-ı imaniyenin hakaikıy-
la ve erkân-ı İslâmiyenin desatiriyle iki cihanın saadetini
temin eden ve bu icraatının şahadetiyle bizzarure halis,
hak ve safî hakikat ve gayet doğru ve pek ciddî olmak lâ-
zım gelen bir kitabı, kendi evsafının ve tesiratının ve en-
varının zıddıyla muttasıf tasavvur edip –hâşâ, hâşâ– tas-
niat ve iftiraların mecmuası nazarıyla bakmak, so-
festaîleri ve şeytanları dahi utandıracak ve titretecek şe-
nî bir hezeyan-ı küfrî olmakla beraber; izhar ettiği din ve
şeriat-ı İslâmiyenin şahadetiyle ve müddet-i hayatında
gösterdiği bilittifak fevkalâde takvasının ve halis ve safî
hezeyan-ı küfrî:
inançsızlığın
saçmalıkları.
hüküm:
kanaat; inanç, bilgi.
hükümsüzlük:
kanaatsizlik, fikir
ve inanç sahibi olmamak.
iftira:
herhangi bir kişiye yapma-
dığı bir şeyi isnat etmek.
iğfal:
dikkatsizliğinden yararlana-
rak kandırma, yanıltma.
iki cihan:
iki dünya; dünya ve
ahiret.
inkâr:
reddetme, inanmama.
intaç etme:
netice verme, sonuç-
lanma.
izhar etme:
ortaya çıkarma.
kabul-i adem:
yokluğunu kabul
etme, inkâr.
kelâm-ı beşer:
insan sözü.
küfür:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmamak, dinsizlik.
lâkaytlık:
ilgisizlik, duyarsızlık.
mağlâta:
zihin karıştırmak, ya-
nıltmak için söylenen boş ve ma-
nasız söz.
mecmua:
topluluk, toplanıp birik-
tirilmiş şeylerin tamamı.
muhal:
imkânsız.
muhalât:
olması mümkün olma-
yanlar; imkânsız şeyler.
muttasıf:
vasıflandırılan, nitelen-
miş.
müddet-i hayat:
ömür süresi.
mükâbere:
haksızlığını bildiği
hâlde büyüklük taslayarak doğ-
ruyu kabul etmeme.
mütemadiyen:
sürekli olarak.
nazar:
bakış, düşünce.
rabian:
dördüncü olarak.
rehber:
kılavuz, yol gösteren.
sadakat:
bağlılık.
safî:
saf, temiz; samimî.
safsata:
yalan, uydurma, boş,
asılsız söz.
sıddıkîn:
sözünde, işinde doğru
olanlar; samimiyetle iman etmiş
olan ve bunun gereğine tam ola-
rak uyanlar.
sıdk:
doğruluk.
Sofestaî:
Allah’ı kabul etmemek
için kâinatı ve kendi varlığını in-
kâr eden.
suret:
görünüş, kılık; şekil, tarz.
şahadet:
şahitlik.
şenî:
fena, kötü.
şeriat-ı İslâmiye:
İslâm şeriatı,
kanunları; Allah’ın emir ve yasak-
larına dayanan hükümlerin hepsi.
şeytanî:
şeytana ait, şeytanca.
tabakat-ı ehl-i kemal:
mükem-
mel, olgun insanların tabakaları.
takva:
dinin yasak ettiği şeyler-
den kaçınma.
talim etmek:
öğretmek.
tasavvur etmek:
düşünmek, ha-
yal etmek.
tasniat:
düzmeler, uydurmalar.
temin etmek:
sağlamak.
tesirat:
tesirler, etkiler.
adem-i kabul:
kabul etme-
me.
aktap:
kutuplar, belli bir yer
veya memleketteki velîlerin
başı olan en büyük velî.
âlem-i insaniyet:
insanlık
âlemi.
asfiya:
Hz. Peygamberin vâri-
si hükmünde, onun meslek
ve gayelerini hayata geçirme-
ye ve uygulamaya çalışan
zatlar.
batıl:
hak olmayan, yanlış.
bedbaht:
bahtsız, tâli’siz.
bilbedahe:
apaçık bir şekilde.
bilittifak:
fikir ve söz birliği
ile.
bilmüşahede:
gözle görerek.
bizzarure:
zorunlu olarak.
cahilâne:
cahilce, bilgisizce.
dalâlet:
doğru yoldan, iman
ve İslâmiyetten ayrılmak.
desatir:
kanunlar, prensipler.
desise:
gizli hile.
emn:
güven, korkusuzluk.
envar:
nurlar, aydınlıklar.
erkân-ı imaniye:
imanın
esasları, şartları.
erkân-ı İslâmiye:
İslâmiyetin
esasları, şartları.
evsaf:
sıfatlar, özellikler.
farz etme:
öyle kabul etme,
varsayma.
fevkalâde:
olağanüstü.
gaflet:
gafillik, dikkatsizlik.
hakaik:
hakikatler, doğrular.
hakkaniyet:
hak ve adalete
uygunluk.
halis:
hilesiz, gerçek, Allah rı-
zası için yapılan.
hâşâ:
asla, kesinlikle öyle de-
ğil.
Mektubat | 529 |
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup