haksız hücumlara bir siper teşkil etmek fikriyle yazmaya
mecbur oldum.
İkİNCİ MeSeLe
Şu ayet-i kerîmenin işaret ettiği “tearüf ve teavün”
düsturunun beyanı için deriz ki:
nasıl ki bir ordu fırkalara, fırkalar alaylara, alaylar ta-
burlara, bölüklere, tâ takımlara kadar tefrik edilir; tâ ki
her neferin muhtelif ve müteaddit münasebatı ve o mü-
nasebata göre vazifeleri tanınsın, bilinsin; tâ, o ordunun
efratları, düstur-i teavün altında hakikî bir vazife-i umu-
miye görsün ve hayat-ı içtimaiyeleri a’dânın hücumun-
dan masun kalsın. Yoksa, tefrik ve inkısam, bir bölük bir
bölüğe karşı rekabet etsin, bir tabur bir tabura karşı mu-
hasamet etsin, bir fırka bir fırkanın aksine hareket etsin
değildir.
Aynen öyle de, hey’et-i içtimaiye-i İslâmiye büyük bir
ordudur; kabail ve tavaife inkısam edilmiş. Fakat bin bir,
“bir, bir”ler adedince cihet-i vahdetleri var. Hâlık’ları bir,
rezzak’ları bir, peygamberleri bir, kıbleleri bir, kitapları
bir, vatanları bir; bir, bir, bir, binler kadar bir, bir…
İşte bu kadar bir birler uhuvveti, muhabbeti ve vahde-
ti iktiza ediyorlar. demek, kabail ve tavaife inkısam, şu
ayetin ilân ettiği gibi, tearüf içindir, teavün içindir; tena-
kür için değil, tehasum için değildir.
münasebat:
ilgiler, alâkalar; ilişki-
ler, bağlar.
müteaddit:
ayrı ayrı, birçok.
nefer:
rütbesiz asker, er.
rekabet:
çekişme, birbirini çeke-
meme; kıskanma.
Rezzak:
bütün yaratılmışların rız-
kını veren ve ihtiyaçlarını karşıla-
yan Allah.
siper:
koruyucu engel, kalkan.
tabur:
dört bölükten meydana
gelen askerî birlik.
takım:
bölüğü oluşturan birlikler-
den her biri.
tavaif:
taifeler, topluluklar, mil-
letler.
tavaife:
taifeler, topluluklar, mil-
letler.
tearüf:
birbirini tanıma, tanışma.
teavün:
yardımlaşma.
tefrik:
birbirinden ayırma, ayırt
etme.
tehasum:
karşılıklı düşmanlık.
tenakür:
karşılıklı inkâr etme, in-
kârlaşma, birbirini kabul etme-
me.
teşkil etmek:
meydana getir-
mek, oluşturmak.
uhuvvet:
kardeşlik.
vahdet:
birlik.
vazife:
görev, iş.
vazife-i umumiye:
herkesi ilgi-
lendiren vazife, genel görev.
a’dâ:
düşmanlar.
aksine:
tersine, zıddına.
alay:
üç taburdan oluşan as-
keri kuvvet.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
ayet-i kerîme:
azametli ve
şerefli Kur'ân ayeti.
beyan:
anlatma, açıklama,
izah.
bölük:
takımlardan oluşan,
askeri birlik.
cihet-i vahdet:
birlik yönü.
düstur:
kural, prensip, esas.
düstur-i teavün:
yardımlaş-
ma prensibi.
efrat:
fertler, şahıslar.
fırka:
askerî birim, tümen.
hakikî:
gerçek, doğru.
Hâlık:
her şeyi yoktan var
eden, yaratıcı; Allah.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal ha-
yat, toplum hayatı.
hey’et-i içtimaiye-i İslâmi-
ye:
Müslümanların sosyal ha-
yatı.
hücum:
saldırı.
iktiza etmek:
lâzım gelmek,
gerekmek.
inkısam:
kısımlara ayıma, bö-
lme.
inkısam edilme:
kısımlara
ayrılma, bölünme.
kabail:
kabileler.
kıble:
namaza başlarken yö-
nelinen taraf; Kâbe-i Muazza-
manın bulunduğu Mekke-i
Mükerreme.
masun:
korunmuş.
mecbur olmak:
zorunda kal-
mak.
mesele:
önemli konu.
muhasamet etmek:
karşılıklı
düşmanlık beslemek.
muhtelif:
çeşitli, farklı.
Mektubat | 539 |
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup