Mektubat - page 534

Hem meselâ, sure-i Yusuf’ta
(1)
p
¿ƒo
?p
°Sr
Q n
É n
a
kelimesinden
(2)
o
?j
u
óu
°üdG Én
¡t
jn
G o
?o
°Sƒ o
j
ortasında yedi sekiz cümle icaz ile
tayyedilmiş; hiç fehmi ihlâl etmiyor, selâsetine zarar ver-
miyor. Bu çeşit mu’cizâne icazlar kur’ân’da pek çoktur,
hem pek güzeldir.
Amma, sure-i kaf’ın ayeti ise, ondaki icaz pek acip ve
mu’cizânedir. Çünkü, kâfirin pek müthiş ve çok uzun ve
bir günü elli bin sene olan istikbaline ve o istikbalin deh-
şetli inkılâbatında kâfirin başına gelecek elîm ve mühim
hâdisata birer birer parmak basıyor, şimşek gibi fikri on-
lar üstünde gezdiriyor. o pek çok uzun zamanı, hazır bir
sahife gibi nazara gösterir; zikredilmeyen hâdisatı haya-
le havale edip ulvî bir selâsetle beyan eder.
(3)
n
¿ƒo
ªn
M r
ô o
J r
º o
µ s
?n
©n
d Gƒ o
àp
°ür
fn
Gn
h o
¬n
d Gƒo
©p
ªn
àr
°SÉ n
a o
¿'
G r
ôo
?r
dG n
Çp
ô o
b Gn
Pp
Gn
h
İşte, ey şeytan, şimdi bir sözün daha varsa söyle!
Şeytan der: “Bunlara karşı gelemem, müdafaa ede-
mem. Fakat, çok ahmaklar var, beni dinliyorlar. Ve in-
san suretinde çok şeytanlar var, bana yardım ediyorlar.
Ve feylesoflardan çok firavunlar var, enaniyetlerini okşa-
yan meseleleri benden ders alıyorlar. senin bu gibi söz-
lerin, neşrine set çekerler. Bunun için sana teslim-i silâh
etmem.”
(4)
o
º«
p
µ n
?r
G o
º«
p
?n
©r
dG n
âr
fn
G n
?s
f p
G =É n
æ n
à r
ªs
?n
Y É n
e s
’ p
G B É '
æn
d n
ºr
? p
Y n
’ n
?n
fÉn
ër
Ñ°o
S
* * *
acip:
şaşırtıcı; hayret uyandıran,
benzeri görülmeyen.
ahmak:
aklını gerektiği gibi kulla-
namayan, aptal.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
beyan etmek:
anlatmak, açıkla-
mak, bildirmek.
dehşetli:
korkunç, korkutucu.
elîm:
çok acı verici, acıklı.
enaniyet:
benlik, gurur.
fehim:
anlama, anlayış; akıl.
feylesof:
felsefe ile uğraşan, filo-
zof.
firavun:
eski Mısır hükümdarları-
na verilen isim.
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
hak:
doğru, gerçek.
havale etmek:
bırakmak; gön-
dermek.
hikmet:
belirli gayelere yönelik
olarak, anlamlı, faydalı ve yerli
yerinde oluş.
icaz:
az sözle çok mana ifade et-
me.
ihlâl etmek:
bozmak, zarar ver-
mek.
inkılâbat:
inkılâplar, değişmeler,
dönüşümler.
istikbal:
gelecek, gelecek zaman.
kâfir:
Allah’ın varlığını ve birliğini
kabul etmeyen, dinsiz.
meselâ:
örnek olarak.
mesele:
önemli konu.
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şekilde.
müdafaa etmek:
savunmak.
mühim:
önemli.
nazar:
bakış, görüş; düşünce, fi-
kir.
neşir:
yayılma.
noksan:
eksiklik.
rahmet:
merhamet etme,
esirgeme, bağışlama, şefkat
gösterme.
selâset:
sözün akıcı olması.
Sure-i kaf:
Kaf Suresi.
Sure-i Yusuf:
Yusuf Suresi.
suret:
şekil, biçim, görünüş.
tayyetmek:
atlamak, geç-
mek.
tenzih:
Allah’ı şanına lâyık ol-
mayan şeylerden, her türlü
kusur ve noksandan uzak ve
yüce tutma.
teslim-i silâh:
silâhı teslim et-
mek.
ulvî:
yüksek, yüce.
zikretmek:
anmak, bildir-
mek, söylemek.
1.
Beni gönderiniz. (Yusuf Suresi: 45.)
2.
Ey Yusuf, ey doğru sözlü kişi! (Yusuf Suresi: 46.)
3.
Kur’ân okunduğu zaman onu dinleyin ve susun ki, rahmete erişesiniz. (A’raf Suresi: (204.)
4.
Seni her türlü noksandan tenzih ederiz. Senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgi-
miz yoktur. Sen her şeyi hakkıyla bilir, her işi hikmetle yaparsın. (Bakara Suresi: 32.)
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup
| 534 | Mektubat
1...,524,525,526,527,528,529,530,531,532,533 535,536,537,538,539,540,541,542,543,544,...1086
Powered by FlippingBook