İslâmiyet defterine geçmiş. Bu mefahir, zemin yüzünde
hiçbir kuvvetle silinmediği hâlde, sen şeytanların vesve-
seleriyle, desiseleriyle o mefahiri kalbinden silme.
beŞİNCİ MeSeLe
Asya’da uyanan akvam, fikr-i milliyete sarılıp, aynen
Avrupa’yı her cihette taklit ederek, hatta çok mukadde-
satları o yolda feda ederek hareket ediyorlar. Hâlbuki
her milletin kamet-i kıymeti başka bir elbise ister. Bir
cins kumaş bile olsa, tarzı ayrı ayrı olmak lâzım gelir. Bir
kadına bir jandarma elbisesi giydirilmez–bir ihtiyar hoca-
ya tango bir kadın libası giydirilmediği gibi. körü körüne
taklit dahi, çok defa maskaralık olur. Çünkü,
Evvelâ
: Avrupa bir dükkân, bir kışla ise, Asya bir mez-
raa, bir cami hükmündedir. Bir dükkâncı dansa gider, bir
çiftçi gidemez. kışla vaziyeti ile mescit vaziyeti bir olmaz.
Hem, ekser enbiyanın Asya’da zuhuru, ağleb-i hüke-
manın Avrupa’da gelmesi, kader-i ezelînin bir remzi, bir
işaretidir ki, Asya akvamını intibaha getirecek, terakki
ettirecek, idare ettirecek, din ve kalptir. Felsefe ve hik-
met ise din ve kalbe yardım etmeli, yerine geçmemeli.
Saniyen
: din-i İslâm’ı Hristiyan dinine kıyas edip Av-
rupa gibi dine lâkayt olmak, pek büyük bir hatadır. ev-
velâ, Avrupa dinine sahiptir. Başta Wilson, lloyd geor-
ge, Venizelos gibi Avrupa büyükleri, papaz gibi dinleri-
ne mutaassıp olmaları şahittir ki, Avrupa dinine sahiptir,
belki bir cihette mutaassıptır.
ağleb-i hükema:
filozofların ço-
ğunluğu.
akvam:
kavimler, milletler, ulus-
lar.
cami:
ibadet edilen yer.
cihet:
yön, yan, taraf.
cins:
tür, çeşit.
desise:
gizli hile, aldatmaca.
din-i İslâm:
İslâm dinî.
ekser:
en çok, pek çok.
enbiya:
nebîler, peygamberler.
evvelâ:
birinci olarak.
feda etmek:
gözden çıkarmak,
uğruna vermek.
felsefe:
madde ve hayatı başlan-
gıç ve gaye bakımından incele-
yen ilim. Felsefe dine dayandığın-
da hakikati bulmuş, sırt çevirdi-
ğinde de çelişkiler içerisinde kal-
mıştır.
fikr-i milliyet:
milliyetçilik fikri;
kendi milletinin diğer milletler-
den üstün olduğunu, diğer millet-
lerle ilişkilerde bu fikre göre hare-
ket etmek gerektiğini savunan
görüş, fikir.
hikmet:
felsefe.
hükmünde:
yerinde, değerinde.
idare:
yönetme, yürütme, çekip
çevirme.
intibaha getirmek:
uyandırmak.
jandarma:
yurt içinde iç güvenli-
ği ve asayişi sağlamak gayesiyle
meydana getirilen askerî teşkilât.
kader-i ezelî:
olmuş ve olacakla-
rın yer aldığı İlâhî ilim; her şe-
yin kaydedildiği ezelî prog-
ram.
kamet-i kıymet:
kıymetin ve
değerinin derecesi.
kışla:
askerlerin topluca ba-
rındığı büyük yapı.
kıyas etmek:
karşılaştırmak;
bir şeyi başka bir şeye benze-
terek hüküm vermek.
lâkayt:
ilgisiz.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
libas:
elbise.
maskara:
gülünç, rezil.
mefahir:
iftihar edilecek, övü-
nülecek şeyler.
mescit:
ibadet edilen yer, ca-
mi.
mesele:
önemli konu.
mezraa:
ziraat yapılacak yer,
tarla, ekilecek yer.
mukaddesat:
yüce olarak ka-
bul edilen mukaddes şeyler.
mutaassıp:
eski âdet ve gele-
neklerine aşırı bağlı olup, ye-
nilik kabul etmeyen, tutucu.
papaz:
Hristiyan din adamı,
rahip.
remiz:
işaret.
saniyen:
ikinci olarak.
şahit:
şahitlik yapan, tanık.
taklit etmek:
benzemeye ça-
lışmak.
tango:
modaya aşırı uyarak
giyinmiş züppece, hafif tavırlı
kadın.
terakki ettirmek:
ilerletmek,
geliştirmek.
vaziyet:
durum.
vesvese:
şüphe, kuruntu;
asılsız kötü ve sinsi düşünce-
ler.
zemin:
yer, yeryüzü.
zuhur:
görünme, meydana
çıkma.
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup
| 544 | Mektubat