noksan görülüyor. öyle de, tasavvuf mesleğiyle alınan
marifet dahi, kur’ân-ı Hakîm’den doğrudan doğruya ve-
raset-i nübüvvet sırrıyla alınan marifete nispeten o kadar
noksandır. Çünkü, Muhyiddin-i Arabî mesleği, huzur-i
daimîyi kazanmak için
(1)
n
ƒo
g s
’p
G n
Oƒo
Lr
ƒn
e n
’
deyip, kâinatın
vücudunu inkâr edecek bir tarza kadar gelmiş. Ve sairleri
ise, yine huzur-i daimîyi kazanmak için
(2)
n
ƒo
g s
’p
G n
Oƒo
¡r
°ûn
e n
’
deyip kâinatı nisyan-ı mutlak altına almak gibi acip bir
tarza girmişler.
kur’ân-ı Hakîm’den alınan marifet ise, huzur-i daimî-
yi vermekle beraber, ne kâinatı mahkûm-i adem eder,
ne de nisyan-ı mutlakta hapseder. Belki, başıbozukluk-
tan çıkarıp Cenab-ı Hak namına istihdam eder; her şey
mir’at-ı marifet olur. sadi-i Şirazî’nin dediği gibi,
(3)
rQÉn
c
pOrôp
c
pânapôr©ne rRnGâr °ùj
p
ônàranO ?
p
bnQnh rông rQÉn«p°Tƒog pôn¶nf rQnO
her şeyde Cenab-ı Hakkın marifetine bir pencere açar.
Bazı sözlerde ulema-i ilm-i kelâmın mesleğiyle,
kur’ân’dan alınan minhac-ı hakikînin farkları hakkında
şöyle bir temsil söylemişiz ki:
Meselâ, bir su getirmek için, bazıları küngân (su boru-
su) ile uzak yerden, dağlar altında kazar, su getirir. Bir kı-
sım da, her yerde kuyu kazar, su çıkarır. Birinci kısım
çok zahmetlidir, tıkanır, kesilir. Fakat her yerde kuyuları
kazıp su çıkarmaya ehil olanlar, zahmetsiz her bir yerde
suyu buldukları gibi, aynen öyle de:
minhac-ı hakikî:
hakikî cadde,
esas yol.
mir’at-ı marifet:
Allah’ı tanıma,
bilme aynası.
namına:
adına
nazar:
bakış, görüş düşünce.
nispeten:
kıyasla, oranla.
nisyan-ı mutlak:
sınırsız unut-
kanlık.
noksan:
eksik, kusurlu.
sair:
diğer, başka, öteki.
tasavvuf:
İslâmiyetin temel
prensiplerine dayanarak, kişinin
kalbini dünyanın fânî işlerinden
ayırıp gönlünü Allah sevgisine
bağlaması.
temsil:
örnek, benzetme.
ulema-i ilm-i kelâm:
inanca ait
meselelerden İslâmî esaslar ve
prensipler çerçevesinde bahse-
den kelâm ilmi âlimleri.
veraset-i Nübüvvet:
peygamber
vârisliği, Peygamberimizin vârisi
durumunda olan, büyük âlim ve
velîlerin yolu.
vücut:
varlık.
acip:
hayret uyandıran, tuhaf.
başıbozuk:
sahipsiz, düzen-
siz, karışık.
Cenab-ı Hak:
hakkın ta ken-
disi olan, şeref ve azamet sa-
hibi yüce Allah.
dair:
ait, ilgili.
ehil:
usta, kabiliyetli.
huzur-i daimî:
kendisini her
an Allah’ın huzurunda hisset-
mek, her zaman Allah’ın ken-
disini gördüğünü kontrol etti-
ğini bilme ve yaşama hâli.
inkâr:
reddetme, kabul et-
meme.
istihdam etmek:
hizmet et-
tirmek, çalıştırmak.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
küngân:
toprak ve çimento
gibi şeylerle yapılan su boru-
su, su yolu.
mahkûm-i adem etme:
yok-
luğa mahkûm etme.
marifet:
bilgi, bilme, tanıma.
meselâ:
örnek olarak.
1.
Ondan başka hiçbir gerçek varlık yoktur.
2.
Ondan başka görülen gerçek hiçbir şey yoktur.
3.
Uyanık ve zeki gözlerin nazarında, her yaprak Allah’ın marifetine dair bir defterdir.
Mektubat | 553 |
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup