isimleri kendi Müsemmasına isnat eder ve onun ünvan-
ları olduğunu ispat eder. Çünkü, kâinatta tecelli eden
isimler, devair-i mütedahile gibi ve ziyadaki elvan-ı seb’a
gibi birbiri içine giriyor, birbirine yardım ediyor, birbiri-
nin eserini tekmil ediyor, tezyin ediyor.
Meselâ,
Muhyî
ismi bir şeye tecelli ettiği vakit ve ha-
yat verdiği dakikada,
Hakîm
ismi dahi tecelli ediyor, o zî-
hayatın yuvası olan cesedini hikmetle tanzim ediyor. Ay-
nı hâlde
Kerîm
ismi dahi tecelli ediyor; yuvasını tezyin
eder. Aynı anda
Rahîm
isminin dahi tecellisi görünüyor;
o cesedin şefkatle havaicini ihzar eder. Aynı zamanda
Rezzak
ismi tecellisi görünüyor; o zîhayatın bekasına lâ-
zım maddî ve manevî rızkını ummadığı tarzda veriyor.
Ve hakeza…
demek,
Muhyî
kimin ismi ise, kâinatta nurlu ve muhit
olan
Hakîm
ismi de onundur ve bütün mahlûkatı şefkat-
le terbiye eden
Rahîm
ismi de onundur ve bütün zîha-
yatları keremiyle iaşe eden
Rezzak
ismi dahi onun ismi-
dir, ünvanıdır. Ve hakeza…
demek, her bir isim, her bir fiil, her bir eser öyle bir
bürhan-ı vahdaniyettir ki, kâinatın sahifelerinde ve asır-
ların satırlarında yazılan ve mevcudat denilen bütün keli-
matı, kâtibinin nakş-ı kalemi olduğuna delâlet eden birer
mühr-i vahdaniyet, birer hatem-i ehadiyettir.
p
¤r
Ñn
b r
øp
e n
¿ƒt
«p
Ñs
ædGn
h Én
fn
G o
âr
?o
b Én
e o
?n
°†r
an
G
{
:n
?Én
b r
øn
e '
¤n
Y p
q
?n
°U s
ºo
¡
s
?dn
G
(1)
r
ºu
?n
°Sn
h
p
¬p
Ñr
ën
°Un
h
p
¬p
d'
G '
=
¤n
Yn
h
z
*G s
’ p
G n
¬ '
d p
G =
'
’
* * *
ihzar etmek:
hazırlamak.
isnat etmek:
dayandırmak.
ispat:
delil ve şahit göstererek
doğruyu ortaya koyma.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kâtip:
yazan, yazıcı.
kelimat:
kelimeler, sözler.
kerem:
cömertlik, ihsan, bağış.
kerîm:
ikram ve ihsanı bol ve
sonsuz cömertlik sahibi olan Al-
lah.
lâzım:
gerek, gerekli.
maddî:
cismanî.
mahlûkat:
yaratılmışlar, yaratık-
lar.
manevî:
maddî olmayan.
meselâ:
örnek olarak.
mevcudat:
varlıklar.
muhit:
kuşatan, saran.
Muhyî:
ihya eden; dirilten, can-
landıran, hayat veren Allah.
mühr-i vahdaniyet:
birlik mührü,
Allah’ın birliğini gösteren mühür.
müsemma:
ismin sahibi; güzel
isimlerin sahibi olan Allah.
nakş-ı kalem:
kalemin nakşı, iş-
lemesi.
nurlu:
aydınlık, parlak.
Rahîm:
rahmeti her şeyi kuşatan,
sonsuz şefkat ve merhamet sahi-
bi Allah.
Rezzak:
bütün yaratılmışların rız-
kını veren ve ihtiyaçlarını karşıla-
yan Allah.
rızık:
yiyecek, içecek; kendisin-
den faydalanılan şey.
sahife:
sayfa.
salât:
Peygamberimize, Sahabe-
lerine, ailesine Allah’ın rahmetini,
meleklerin istiğfarını, mü’minlerin
dualarını dileme.
selâm:
rahatlık, esenlik, selâmet.
şefkat:
acıyarak ve esirgeyerek
sevme, yardım etme.
tanzim etmek:
düzenlemek.
tarz:
şekil, biçim.
tecelli:
belirme, görünme; Al-
lah’ın her bir isminin manasını ic-
ra etmesi.
tekmil:
tamamlama, mükem-
melleştirme.
terbiye etme:
besleyip büyütme,
yetiştirme, eğitme.
tezyin etmek:
süslemek.
tezyin:
süsleme.
ünvan:
ad, isim.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zîhayat:
hayat sahibi, canlı.
ziya:
ışık.
âl:
aile, soy.
ashab:
Sahabeler, arkadaşlar;
Peygamberimizi görmüş ve
onunla konuşmuş olan Müs-
lüman kimseler.
asır:
yüzyıl, çağ.
beka:
devamlılık, kalıcılık.
bürhan-ı vahdaniyet:
Al-
lah’ın tek, bir olduğunun deli-
li, ispatı.
ceset:
vücut, beden.
delâlet etmek:
delil olmak,
göstermek.
devair-i mütedahil:
iç içe da-
ireler.
elvan-ı seb’a:
yedi renk.
evvel:
önce.
fiil:
iş, oluş.
hakeza:
bunun gibi, benzeri.
Hakîm:
her şeyi bir maksatla,
uygun ve hikmetle yaratan,
hikmet sahibi Allah.
hatem-i ehadiyet:
Allah’ın
her bir varlıkta birliğini göste-
ren mühür.
havaiç:
ihtiyaçlar.
hayırlı:
sevaplı, faydalı, uğur-
lu.
hikmet:
belirli gayelere yö-
nelik olarak, faydalı ve yerli
yerinde olma.
iaşe etme:
besleme, yedirip
içirme.
1.
Allah’ım! “Benim ve benden evvelki peygamberlerin dediği en hayırlı söz Lâilâheillâllah-
tır” (Keşfü’l-Hafa, 1:153) buyuran zata ve onun Âl ve Ashabına salât ve selâm eyle.
Mektubat | 559 |
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup