Mektubat - page 565

Hem, eğer onlara denilse, “peygamberi nasıl bilirsi-
niz?” derler: “güzel ahlâklı, çok akıllı bir adam.” o va-
kit onlara denilecek: “öyle ise imana geliniz. Çünkü gü-
zel ahlâklı, akıllı olsa, alâküllihâl resulullahtır. Çünkü si-
zin bu ‘güzel’ sözünüz, hududunuz dahilinde değil; mes-
leğinizce böyle diyemezsiniz.”
Ve hakeza, temsildeki sair işaretlere, hakikatin sair ci-
hetleri tatbik edilebilir.
İşte bu sırra binaen, o şeytan ile münazara edilen Bi-
rinci Mebhas, ehl-i imanın imanını muhafaza etmek için
mu’cizat-ı Ahmediyeyi bilmeye ve kat’î bürhanlarını öğ-
renmeye muhtaç etmiyor; edna bir emare, küçük bir de-
lil, onların imanlarını kurtarıyor. kuyu dibindeki esfel-i
safilînde olmadığına, her bir hâl-i Ahmediye (
AsM
), her
bir haslet-i Muhammediye (
AsM
), her bir tavr-ı nebevî
(
AsM
), birer mu’cize hükmüne geçer, âlâyıilliyyinde bir
makamı bulunduğunu ispat eder.
* * *
Yedinci Mesele
Medar-ı İbret Bir Mesele:
Vehme maruz, fütura düşen bazı dostlarıma kuvve-i
maneviyeyi teyit edecek yedi emarenin delâletiyle, sırf
hizmet-i kur’ân’a ait bir ikram-ı rabbanîyi ve bir hima-
yet-i İlâhiyeyi beyan etmeye mecburum ki, o zayıf da-
marlı bir kısım dostlarımı kurtarayım.
maruz:
bir şeyin karşısında ve et-
kisi altında kalmış.
mebhas:
bahis, konu.
mecbur:
bir işi yapmak zorunda
kalmış.
medar-ı ibret:
ibret ve ders veri-
ci.
mesele:
cevabı istenen soru;
önemli konu.
mu’cizat-ı ahmediye:
Peygam-
ber Efendimizin gösterdiği mu’ci-
zeler.
mu’cize:
benzerini yapmaktan
insanların âciz kaldığı şey.
muhafaza etmek:
korumak.
muhtaç etmemek:
ihtiyaç bırak-
mamak.
münazara:
tartışma.
Resulullah:
Allah Resulü, Pey-
gamber Efendimiz.
sair:
diğer, öteki.
sırf:
sade, yalnız.
tatbik etmek:
uygulamak.
tavr-ı Nebevî:
Peygamber Efen-
dimizin tavır ve davranışları.
temsil:
benzetme, örnek.
teyit etme:
kuvvetlendirme, des-
tekleme.
vakit:
zaman.
vehim:
şüphe, kuruntu.
alâküllihâl:
ister istemez, her
durumda.
âlâyıilliyyin:
Allah katında en
iyilerin derecesi; en yüksek
mertebe.
beyan etme:
açıklama, bildir-
me.
binaen:
-den dolayı, dayana-
rak.
bürhan:
delil.
cihet:
yön, yan, taraf.
dahilinde:
içinde.
delâlet:
delil olma, gösterme.
edna:
en basit, en aşağı.
ehl-i iman:
Allah’a inananlar,
iman sahipleri.
emare:
belirti, işaret.
esfel-i safilîn:
aşağıların en
aşağısı.
fütur:
usanç, gevşeklik.
hakeza:
bunun gibi, benzeri.
hakikat:
gerçek, doğru.
hâl-i ahmediye:
Peygambe-
rimizin hâli, durumu, davra-
nışları.
haslet-i
Muhammediye:
Peygamberimizin hasleti, ah-
lâkî özelliği.
himayet-i İlâhiye:
İlâhî koru-
ma.
hizmet-i kur’ân:
Kuran hiz-
meti.
hudut:
sınır.
hükmüne:
değerine, yerine.
ikram-ı Rabbanî:
mahlûkatı
yaratan, besleyen, büyüten,
uyum içinde sevk ve idare
eden Allah’ın ikramı, ihsanı.
iman:
inanmak, itikat.
ispat:
delil ve şahit göstere-
rek doğruyu ortaya koyma.
kat’î:
kesin.
kuvve-i maneviye:
manevî
güç, moral.
makam:
manevî derece.
Mektubat | 565 |
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup
1...,555,556,557,558,559,560,561,562,563,564 566,567,568,569,570,571,572,573,574,575,...1086
Powered by FlippingBook