Birinci fırka der ki: “Minare başındadır, kâinata ezan
okuyor. Çünkü ezanını işitiyoruz. Hayattardır, ulvîdir.
Çendan herkes onu o yüksek yerde görmüyor; fakat
herkes derecesine göre, onu çıktığı ve indiği vakit, bir
makamda, bir basamakta görür ve onunla bilir ki, o yu-
karı çıkar ve nerede görünürse görünsün, o yüksek ma-
kam sahibidir.”
diğer şeytanî ve ahmak güruh ise der: “Yok, makamı
minare başı değil; nerede görünürse görünsün, makamı
kuyu dibidir.” Hâlbuki, hiç kimse ne onu kuyu dibinde
görmüş ve ne de görebilir. Faraza, eğer taş gibi sakil, ih-
tiyarsız olsaydı, elbette kuyu dibinde bulunacaktı; birisi
görecekti.
Şimdi, bu iki muarız fırkanın muharebe meydanı, o
minare başından tâ kuyu dibine kadar uzun bir mesafe-
dir.
“Hizbullah” denilen ehl-i nur cemaati, yüksek nazarlı
olanlara, o müezzin zatı minare başında gösteriyorlar.
Ve nazarları o dereceye çıkmayanlara ve kasîrünnazar
olanlara, derecelerine göre birer basamakta o müezzin-i
azamı gösteriyorlar. küçük bir emare onlara kâfi gelir ve
ispat eder ki, o zat taş gibi camit bir cisim değil; belki is-
tediği vakit yukarı çıkar, görünür, ezan okur bir insan-ı
kâmildir.
diğer “hizbüşşeytan” denilen güruh ise derler: “Ya
minare başında herkese gösteriniz; veyahut makamı kuyu
dibidir” diye ahmakane hükmederler. Ahmaklıklarından
bilmiyorlar ki, minare başında herkese gösterilmemesi,
şeytanî:
şeytanla ilgili; şeytana
uyan.
ulvî:
yüksek, yüce.
vakit:
zaman.
zat:
kişi, şahıs, fert.
ahmak:
aklını gerektiği gibi
kullanamayan, aptal.
ahmakane:
ahmakçasına, ak-
lını gerektiği gibi kullanmaya-
rak.
camit:
cansız.
cemaat:
topluluk, bir yere
toplanmış insanlar.
çendan:
gerçi.
ehl-i nur:
nurlu kimseler.
emare:
belirti, işaret.
ezan:
Müslümanları ibadete
çağırmak amacıyla yüksek
sesle yapılan davet.
faraza:
var sayalım ki.
fırka:
insan topluluğu, grubu.
güruh:
cemaat, topluluk, kı-
sım.
hayattar:
canlı, yaşayan.
hizbullah:
Allah’ın taraftarı
olan grup.
hizbüşşeytan:
şeytanın taraf-
tarları.
hükmetmek:
karar vermek.
ihtiyarsız:
iradesiz.
insan-ı kâmil:
olgun ve mü-
kemmel insan.
ispat:
delil ve şahit göstere-
rek doğruyu ortaya koyma.
kâfi:
yeterli.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kasîrünnazar:
dar görüşlü.
makam:
durulan yer; manevî
derece.
mesafe:
uzaklık, ara.
minare:
kule şeklindeki yük-
sek yer, ezan kulesi.
muarız:
birbirine karşı çıkan.
muharebe:
savaş.
müezzin-i azam:
en büyük
müezzin.
nazar:
bakış, görüş.
sakil:
ağır.
Mektubat | 563 |
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup