Hem, zahir-i şeriata muhalif düşen ve hatta bazı
imamlar nazarında küfür derecesinde tesir eden kelimat
ve harekât eksik olmuyor. onun için, her vakit, her sa-
at, her gün tecdid-i imana bir ihtiyaç vardır.
Sual:
Mütekellimîn uleması, âlemi
imkân
ve
hudus’
un
ünvan-ı icmalîsi içinde sarıp zihnen üstüne çıkar, sonra
vahdaniyeti ispat ederler. ehl-i tasavvufun bir kısmı, tev-
hit içinde tam huzuru kazanmak için,
(1)
n
ƒo
g s
’p
G n
Oƒo
¡r
°ûn
e n
’
deyip kâinatı unutur, nisyan perdesini üstüne çeker, son-
ra tam huzuru bulur. Ve diğer bir kısmı, hakikî tevhidi ve
tam huzuru bulmak için,
(2)
n
ƒo
g s
’p
G n
Oƒo
Lr
ƒn
e n
’
diyerek kâina-
tı hayale sarar, ademe atar; sonra huzur-i tam bulur.
Hâlbuki, sen bu üç meşrepten hariç bir cadde-i kübrayı
kur’ân’da gösteriyorsun. Ve onun şiarı olarak,
(3)
n
ƒ o
g s
’p
G n
Oƒo
°ür
?n
e n
’ @ n
ƒ o
g s
’p
G n
Oƒo
Ñr
©n
e n
’
diyorsun. Bu cadde-
nin tevhide dair bir bürhanını ve bir muhtasar yolunu ic-
malen göster.
Elcevap
: Bütün sözler ve bütün Mektuplar, o caddeyi
gösterir. Şimdilik, istediğiniz gibi, azîm bir hüccetine ve
geniş ve uzun bir bürhanına muhtasaran işaret ederiz.
Şöyle ki:
Âlemde her bir şey, bütün eşyayı kendi Hâlık’ına ve-
rir. Ve dünyada her bir eser, bütün âsârı kendi Müessiri-
nin eserleri olduğunu gösterir. Ve kâinatta her bir fiil-i
icadî, bütün ef’al-i icadiyeyi kendi Failinin filleri olduğu-
nu ispat eder. Ve mevcudatta tecelli eden her bir isim,
le verilen isim.
huzur:
insanın kendisini Allah’ın
huzurunda hissetmesi hâli.
huzur-i tam:
tam ve daimî huzur,
kişinin kendisini her yönüyle Al-
lah’ın huzurunda bilmesi.
hüccet:
delil.
icmalen:
kısaltarak, kısaca, özet-
le.
imam:
bir ilimde sözü delil kabul
edilebilecek derecede derin ve
geniş bilgi sahibi olan âlim.
imkân:
mümkün olma, olabilirlik;
inanç esaslarından bahseden ke-
lâm ilminde Allah’ın varlığını is-
patlamak için kullanılan bir delile
verilen isim.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
kâinat:
yaratılmış olan şeylerin
tamamı, bütün âlemler, varlıklar.
kelimat:
kelimeler, sözler.
küfür:
dinsizlik.
lâyık:
yakışan, uygun.
maksut:
istenilen, arzu edilen.
meşrep:
tarzı, yol; manevî haz ve
feyiz alınan yol.
mevcudat:
varlıklar, var olan her
şey.
muhalif:
aykırı, zıt.
muhtasar:
kısaltılmış, özet.
muhtasaran:
kısaca, özet olarak.
Müessir:
eseri yapan; tesir sahibi
olan, bütün sebeplere hükmeden
Allah.
mütekellimîn:
inanca ait mesele-
lerden İslâmî esaslar ve prensip-
ler çerçevesinde bahseden kelâm
ilmi âlimleri.
nazar:
görüş, düşünce.
nisyan:
unutma, unutkanlık.
sual:
soru.
şiar:
belirgin işaret, sembol.
tecdid-i iman:
imanı yenileme,
tazeleme.
tecelli etmek:
belirmek, görün-
mek.
tesir etme:
etkileme; iz bırakma.
tevhit:
birleme, Allah’ın varlığını,
birliğini, dengi ve ortağı bulunma-
dığını kabul etme.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
ünvan-ı icmalî:
kısa ve öz ünvan.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve
varlığı.
vakit:
zaman.
zahir-i şeriat:
şeriatın zahiri, şeri-
atın zahiri duygularımızla görüp
anlayabileceğimiz görünürdeki
yönü.
zihnen:
zihin ile.
adem:
yokluk, hiçlik.
âlem:
kâinat, bütün yaratıl-
mışlar, varlıklar.
asar:
eserler, izler.
azîm:
büyük, yüce.
bürhan:
delil.
cadde-i kübra:
büyük ve ge-
niş cadde.
dair:
ait, ilgili.
ef’al-i icadiye:
yoktan yaratı-
lışa ait fiil.
ehl-i tasavvuf:
tasavvuf ve
tarikat ehli.
fail:
fiili işleyen, işi yapan.
fiil-i icat:
yaratma fiili.
hakikî:
gerçek, doğru.
Hâlık:
yaratıcı; her şeyi yok-
tan var eden Allah.
harekât:
hareketler, davra-
nışlar.
hariç:
bir şeyin dışı, dışarısı;
dışında.
hudus:
yok iken sonradan
meydana gelme; inanç esas-
larından bahseden kelâm il-
minde Allah’ın varlığını ispat-
lamak için kullanılan bir deli-
1.
Ondan başka görülen gerçek hiçbir varlık yoktur.
2.
Ondan başka gerçek hiçbir varlık yoktur.
3.
Ondan başka hiçbir ma'bud yoktur • Ondan başka hiçbir maksut yoktur.
Mektubat | 557 |
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup