Cenab-ı Hak, kemal-i kudretiyle, nasıl bir tek şeyden
çok şeyleri yapıyor, çok vazifeleri gördürüyor, bir sahife-
de bin kitabı yazıyor. öyle de, insanı, pek çok enva ye-
rinde bir nev-i cami’ halk etmiş. Yani, bütün enva-ı hay-
vanatın muhtelif derecatı kadar, bir tek nev’ olan insan
ile o vezaifi gördürmek irade etmiş ki, insanların kuvala-
rına ve hissiyatlarına fıtraten bir had bırakmamış, fıtrî bir
kayıt koymamış, serbest bırakmış. sair hayvanatın kuva-
ları ve hissiyatları mahduttur, fıtrî bir kayıt altındadır.
Hâlbuki insanın her kuvası, hadsiz bir mesafede cevelân
eder gibi, gayr-i mütenahi canibine gider. Çünkü insan,
Hâlık-ı kâinatın esmasının nihayetsiz tecellilerine bir âyi-
ne olduğu için, kuvalarına nihayetsiz bir istidat verilmiş.
Meselâ, insan, hırs ile, bütün dünya ona verilse,
(1)
m
ój
p
õn
e r
øp
e r
?n
g
diyecek. Hem hodgâmlığıyla, kendi men-
faatine binler adamın zararını kabul eder. Ve hakeza, ah-
lâk-ı seyyiede hadsiz derecede inkişafları olduğu ve nem-
rutlar ve Firavunlar derecesine kadar gittikleri ve sîga-i
mübalâğa ile “zalûm” olduğu gibi, ahlâk-ı hasenede dahi
hadsiz bir terakkiyata mazhar olur, enbiya ve sıddıkîn de-
recesine terakki eder.
Hem insan, hayvanların aksine olarak, hayata lâzım
her şeye karşı cahildir, her şeyi öğrenmeye mecburdur.
Hadsiz eşyaya muhtaç olduğu için sîga-i mübalâğa ile,
“cehul”dür. Hayvan ise, dünyaya geldiği vakit hem az
şeylere muhtaç, hem muhtaç olduğu şeyleri bir iki ayda,
belki bir iki günde, bazen bir iki saatte bütün şerait-i ha-
yatını öğrenir. güya bir başka âlemde tekemmül etmiş,
hırs:
aşırı istek, şiddetli arzu.
hissiyat:
hisler, duygular.
hodgâmlık:
kendini düşünme.
inkişaf:
açılma, ortaya çıkma, gö-
rülme.
irade:
dileme, isteme.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
kayıt:
sınırlandırma, sınır.
kemal-i kudret:
kudretin mü-
kemmelliği.
kuva:
kuvvetler; hisler, duygular.
lâzım:
gerekli, lüzumlu.
mahdut:
sınırlanmış.
mazhar:
erişmiş, kavuşmuş; bir
şeyin ortaya çıktığı, göründüğü
yer.
menfaat:
fayda, kâr.
mesafe:
uzaklık, uzunluk.
muhtaç:
ihtiyacı olan, yoksul.
muhtelif:
çeşitli, farklı.
nev:
tür, çeşit.
nev-i cami:
pek çok özelliği üze-
rinde bulunduran tür.
nihayetsiz:
sonsuz.
sahife:
sayfa.
sair:
diğer, başka.
sıddıkîn:
her zaman doğruluk
üzere olan, Allah’a ve Peygambe-
re son derece bağlı olan büyük
insanlar.
sîga-i mübalâğa:
Arapça dil bilgi-
sinde bir şeyin çokluğunu ve faz-
lalığını ifade için kullanılan kalıp,
kip.
şerait-i hayat:
hayat şartları.
tecelli:
belirme, görünme.
tekemmül:
olgunlaşma, mükem-
melleşme.
terakki etmek:
yükselmek, iler-
lemek.
terakkiyat:
terakkiler, yükseliş-
ler, gelişmeler.
vazife:
görev, iş.
vezaif:
vazifeler, işler.
zalûm:
çok zalim.
ahlâk-ı hasene:
güzel ahlâk,
güzel huy.
ahlâk-ı seyyie:
çirkin ahlâk,
kötü huylar.
aksine:
tersine, zıddına.
âlem:
dünya.
âyine:
ayna.
cahil:
bilgisiz.
canip:
taraf, yön.
cehul:
çok cahil.
Cenab-ı Hak:
hakkın ta ken-
disi olan, şeref ve azamet sa-
hibi yüce Allah.
cevelân etmek:
hareket et-
mek, dolaşmak.
derecat:
dereceler.
enbiya:
nebîler, peygamber-
ler.
enva:
neviler, türler.
enva-ı hayvanat:
hayvanla-
rın türleri.
esma:
isimler, adlar.
fıtraten:
fıtrî olarak, yaratılış-
tan.
fıtrî:
yaratılıştan, doğuştan
olan.
gayrimütenahi:
sınırsız.
güya:
sanki.
had:
sınır.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakeza:
bunun gibi, benzeri.
Hâlık-ı kâinat:
kâinatın ve
onun içinde olan her şeyin
yaratıcısı, Allah.
halk etmek:
yaratmak.
hayvanat:
hayvanlar.
1.
Daha var mı? (Kaf Suresi: 30.)
Mektubat | 555 |
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup