Salisen
: İslâmiyeti Hristiyan dinine kıyas etmek, kı-
yas-ı maalfârıktır; o kıyas yanlıştır. Çünkü, Avrupa dini-
ne mutaassıp olduğu zaman medenî değildi; taassubu
terk etti, medenîleşti.
Hem, din onların içinde üç yüz sene muharebe-i dahi-
liyeyi intaç etmiş. Müstebit zalimlerin elinde avamı, fuka-
rayı ve ehl-i fikri ezmeye vasıta olduğundan, onların
umumunda muvakkaten dine karşı bir küsmek hâsıl ol-
muştu. İslâmiyette ise, tarihler şahittir ki, bir defadan
başka dahilî muharebeye sebebiyet vermemiş.
Hem ne vakit ehl-i İslâm dine ciddî sahip olmuşlarsa,
o zamana nispeten yüksek terakki etmişler. Buna şahit,
Avrupa’nın en büyük üstadı endülüs devlet-i İslâmiyesi-
dir. Hem ne vakit cemaat-i İslâmiye dine karşı lâkayt va-
ziyeti almışlar; perişan vaziyete düşerek tedenni etmişler.
Hem İslâmiyet, vücub-i zekât ve hurmet-i riba gibi
binler şefkatperverâne mesail ile fukarayı ve avamı hima-
ye ettiği,
(3)
n
¿ho
ôs
Hn
ón
àn
j n
Ón
an
G
(2)
@ n
¿ho
ôs
µn
Øn
àn
jn
Ón
an
G
(1)
@ n
¿ƒo
?p
?r
©n
j n
Ón
an
G
gibi kelimatıyla aklı ve ilmi istişhat ve ikaz ettiği ve ehl-i
ilmi himaye ettiği cihetle, daima İslâmiyet fukaraların ve
ehl-i ilmin kal’ası ve melcei olmuştur. onun için, İslâmi-
yete karşı küsmeye hiçbir sebep yoktur.
İslâmiyetin Hristiyanlık ve sair dinlere cihet-i farkının
sırr-ı hikmeti şudur ki:
İslâmiyetin esası, mahz-ı tevhittir; vesait ve esbaba
tesir-i hakikî vermiyor, icat ve makam cihetiyle kıymet
vermiyor. Hristiyanlık ise, “velediyet” fikrini kabul ettiği
sonuç doğurmak.
istişhat:
şahit gösterme, delil ola-
rak ileri sürme.
kal’a:
kale.
kelimat:
kelimeler, sözler.
kıyas etmek:
karşılaştırmak; bir
şeyi başka bir şeye benzeterek
hüküm vermek.
kıyas-ı maalfârık:
yanlış karşılaş-
tırma.
kıymet:
değer.
lâkayt:
ilgisiz, değer ve önem
vermeyen.
mahz-ı tevhit:
Allah’ın birliğinin
ta kendisi.
makam:
mevki, manevî mevki.
medenî:
hayat tarzı, bilgi seviye-
si bakımından yüksek durumda
bulunan, uygar, modern.
melce:
sığınak, sığınılacak yer.
mesail:
meseleler; önemli kanun-
lar.
muharebe:
savaşma.
muharebe-i dahiliye:
iç savaş.
mutaassıp:
eski âdet ve gelenek-
lerine aşırı bağlı olup, yenilik ka-
bul etmeyen, tutucu.
muvakkaten:
geçici olarak.
müstebit:
zulüm ve baskı yapan,
diktatör.
nispeten:
kıyasla, oranla.
perişan:
dağınık, karışık; acınacak
hâlde bulunan.
sair:
diğer, başka, öteki.
salisen:
üçüncü olarak.
sebebiyet:
sebep olma, gerektir-
me.
sırr-ı hikmet:
hikmetin sırrı; her-
kesin bilmediği gizli sebep.
şahit:
şahitlik yapan, tanık.
şefkatperverâne:
şefkat göste-
rircesine.
taassup:
aşırı bağlılık, körü körü-
ne bağlılık; kendi din ve milliyeti-
ni çok üstün tutarak başka din ve
milliyetten olanlara kin, nefret ve
düşmanlık gösterme.
tedenni etmek:
alçalmak, gerile-
mek, daha kötü bir dereceye
düşmek.
tefekkür:
zihni faaliyet gösterme,
düşünme, fikir üretme.
terakki etmek:
yükselmek, iler-
lemek, gelişmek.
tesir-i hakikî:
hakikî tesir, gerçek
etki.
umum:
hep, bütün, genel.
üstat:
bir ilim veya sanatta üstün
olan, öğretici, öğretmen.
vasıta:
alet, araç.
vaziyet:
durum, hâl.
velediyet:
çocukluk, evlâtlık.
vesait:
vasıtalar, araçlar.
vücub-i zekât:
zekâtın farz olma-
sı.
zalim:
zulmeden, haksızlık eden.
avam:
halkın büyük kısmı, sı-
radan insanlar.
cemaat-i İslâmiye:
İslâm ce-
maati, İslâm topluluğu, Müs-
lümanlar.
ciddî:
gerçek, samimî.
cihet:
yön, yan, taraf.
cihet-i fark:
farklı yön.
dahilî:
içe ait, iç ile ilgili.
devlet-i İslâmiye:
İslâm dev-
leti.
ehl-i fikir:
düşünen insanlar,
düşünürler.
ehl-i ilim:
ilim sahipleri, âlim-
ler.
ehl-i İslâm:
İslâm topluluğu,
Müslümanlar.
esbap:
sebepler.
fukara:
fakirler, yoksullar.
hâsıl olmak:
meydana gel-
mek.
himaye etmek:
korumak,
esirgemek.
hurmet-i riba:
faizin haram
olması, yasaklanması.
icat:
vücuda getirme, yoktan
var etme.
ikaz etmek:
uyarmak, uyan-
dırmak, dikkat çekmek.
intaç etmek:
netice vermek,
1.
Akıl etmezler mi? (Yâsin Suresi: 68.)
2.
Tefekkür etmezler mi? (En’am Suresi: 50.)
3.
Düşünmezler mi? (Nisâ Suresi: 82.)
Mektubat | 545 |
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup