Mektubat - page 546

için, vesait ve esbaba bir kıymet verir, enaniyeti kırmaz.
Âdeta rububiyet-i İlâhiyenin bir cilvesini azizlerine, büyük-
lerine verir.
(1)
$G p
¿
h o
O r
øp
e Ék
HÉn
H r
Qn
G r
º o
¡n
fÉn
Ñ r
g o
Qn
h r
º o
gn
QÉn
Ñ r
Mn
G BGho
òn
î
s
J
p
G
ayetine mâsadak olmuşlar. onun içindir ki, Hristiyanla-
rın dünyaca en yüksek mertebede olanları, gurur ve ena-
niyetlerini muhafaza etmekle beraber, sabık Amerika re-
isi Wilson gibi, mutaassıp bir dindar olur. Mahz-ı tevhit
dini olan İslâmiyet içinde, dünyaca yüksek mertebede
olanlar ya enaniyeti ve gururu bırakacak veya dindarlığı
bir derece bırakacak. onun için, bir kısmı lâkayt kalıyor-
lar, belki dinsiz oluyorlar.
aLtINCI MeSeLe
Menfi milliyette ve unsuriyet fikrinde ifrat edenlere de-
riz ki:
Ev ve l â
: Şu dünya yüzü, hususan şu memleketimiz,
eski zamandan beri çok muhaceretlere ve tebeddülâta
maruz olmakla beraber, merkez-i hükûmet-i İslâmiye bu
vatanda teşkil olduktan sonra, akvam-ı saireden, perva-
ne gibi, çokları içine atılıp tavattun etmişler. İşte bu hâl-
de, levh-i Mahfuz açılsa, ancak hakikî unsurlar birbirin-
den tefrik edilebilir. öyle ise, hakikî unsuriyet fikrine ha-
reketi ve hamiyeti bina etmek, manasız ve hem pek za-
rarlıdır. onun içindir ki, menfi milliyetçilerin ve unsuri-
yetperverlerin reislerinden ve dine karşı pek lâkayt biri-
si, mecbur olmuş, demiş: “dil, din bir ise millet birdir.”
akvam-ı saire:
diğer kavimler, di-
ğer milletler.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
aziz:
muhterem, saygın, değerli.
bina etmek:
yapmak, kurmak;
dayamak.
cilve:
görünme, yansıma.
dindar:
dininin emirlerini yerine
getiren.
enaniyet:
benlik, gurur.
esbap:
sebepler.
evvelâ:
birinci olarak.
haham:
Yahudi din adamı.
hakikî:
gerçek, doğru.
hamiyet:
insanda bulunan din,
millet, bayrak, vatan gibi değerle-
ri koruma duygusu ve gayreti.
hususan:
bilhassa, özellikle.
ifrat etmek:
aşırı gitmek, ölçüyü
aşmak.
kıymet:
değer.
lâkayt:
ilgisiz, değer ve önem
vermeyen.
Levh-i Mahfuz:
korunmuş levha,
Allah’ın ezelî ilmiyle kâinatta ol-
muş ve olacak şeylerin bütün ay-
rıntılarıyla yazılı olduğu levha.
mahz-ı tevhit:
Allah’ın birliğinin
ta kendisi.
manasız:
anlamsız.
maruz olma:
uğrama, bir şeyin
etkisi ve tesiri altında kalma.
mâsadak:
doğrulayıcı; bir söz ya
da hükmü doğrulayan.
mecbur olmak:
zorunda kalmak.
memleket:
ülke, yurt, vatan.
menfi milliyet:
olumsuz, zararlı
milliyetçilik; kendi milletinin diğer
milletlerden üstün olduğunu, di-
ğer milletlerle ilişkilerde bu fikre
göre hareket etmek gerektiğini
savunan görüş, fikir.
merkez-i hükûmet-i İslâmiye:
İslâmî hükümet merkezi.
mertebe:
derece, makam.
mesele:
önemli konu.
muhaceret:
göç etme.
muhafaza etmek:
korumak.
mutaassıp:
eski âdet ve gele-
neklerine aşırı bağlı olup, ye-
nilik kabul etmeyen, tutucu.
pervane:
gece kelebeği, ge-
celeri ışığın etrafında dönen
küçük kelebek.
rahip:
Hristiyan din adamı ve
bilgini, papaz.
reis:
başkan.
rububiyet-i İlâhiye:
Cenab-ı
Hakkın bütün varlıklara muh-
taç oldukları şeyleri vermesi,
onları yetiştirmesi, yaratılış
gayelerine uygun bir biçimde
sevk ve idare etmesi.
sabık:
önceki, geçmiş.
tavattun etmek:
vatan edin-
mek, yerleşme,
tebeddülât:
tebeddüller, de-
ğişiklikler.
tefrik etme:
birbirinden ayır-
ma.
teşkil olma:
meydana gelme,
oluşma.
unsur:
ırk, millet.
unsuriyet:
ırkçılık ; kendi ırkı-
nın diğer ırklardan üstün ol-
duğu fikrini savunmak ve di-
ğer ırklarla ilişkilerinde bu fik-
re göre hareket etmek.
unsuriyetperver:
ırkçı, ırkçılı-
ğı seven.
vesait:
vasıtalar, araçlar.
1.
Onlar Allah’ı bırakıp, hahamlarını ve rahiplerini kendilerine rab edindiler. (Tevbe Suresi: 31.)
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup
| 546 | Mektubat
1...,536,537,538,539,540,541,542,543,544,545 547,548,549,550,551,552,553,554,555,556,...1086
Powered by FlippingBook