Mektubat - page 536

müstait ise, o iki şahsiyeti birbirine yakın olur. eğer müs-
tait değilse, meselâ bir nefer bir müşir makamında otur-
tulsa, o iki şahsiyeti birbirinden uzak düşer; o neferin
şahsî, adî, küçük hasletleri, makamın iktiza ettiği âlî, yük-
sek ahlâk ile kabil-i telif olamıyor.
İşte, bu bîçare kardeşinizde üç şahsiyet var; birbirin-
den çok uzak, hem de pek çok uzaktırlar.
Birincisi
: kur’ân-ı Hakîm’in hazine-i âlîsinin dellâlı ci-
hetindeki muvakkat, sırf kur’ân’a ait bir şahsiyetim var.
o dellâllığın iktiza ettiği pek yüksek ahlâk var ki, o ahlâk
benim değil; ben sahip değilim. Belki o makamın ve o
vazifenin iktiza ettiği seciyelerdir. Bende bu neviden ne
görseniz benim değil; onunla bana bakmayınız, o maka-
mındır.
İkincişahsiyet
: Ubudiyet vaktinde, dergâh-ı İlâhiyeye
müteveccih olduğum vakit, Cenab-ı Hakkın ihsanıyla bir
şahsiyet veriliyor ki, o şahsiyet bazı âsârı gösteriyor. o
âsâr, mana-i ubudiyetin esası olan “kusurunu bilmek,
fakr ve aczini anlamak, tezellül ile dergâh-ı İlâhiyeye ilti-
ca etmek” noktalarından geliyor ki, o şahsiyetle, kendi-
mi herkesten ziyade bedbaht, âciz, fakir ve kusurlu görü-
yorum. Bütün dünya beni methüsena etse, beni inandı-
ramaz ki ben iyiyim ve sahib-i kemalim.
Üçüncüsü
: Hakikî şahsiyetim, yani eski said’in boz-
ması bir şahsiyetim var ki, o da eski said’den irsiyet kal-
ma bazı damarlardır. Bazen riyaya, hubb-i câha bir arzu
bulunuyor. Hem, asil bir hanedandan olmadığımdan,
âciz:
güçsüz.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
adî:
aşağı, değersiz; basit, sıradan.
ahlâk:
huylar, manevî özellikler.
âlî:
yüce, yüksek.
arzu:
istek, heves.
asar:
eserler, izler.
asil:
soylu.
bedbaht:
bahtsız, tâli’siz.
bîçare:
çaresiz.
Cenab-ı Hak:
hakkın ta kendisi
olan, şeref ve azamet sahibi yüce
Allah.
cihet:
yön, taraf.
damar:
huy.
dellâl:
ilân eden; hakka davet
eden.
dergâh-ı İlâhiye:
Cenab-ı Hakkın
dergâhı, huzuru, rahmet kapısı.
esas:
temel.
fakir:
muhtaç, yoksul.
fakr:
fakirlik, muhtaçlık.
hakikî:
gerçek.
hanedan:
kökten asil ve bü-
yük aile.
haslet:
özellik.
hazine-i âlî:
yüce hazine.
hubb-i câh:
makam, mevkii
sevgisi.
ihsan:
ikram, bağış.
iktiza ettiği:
gerektirdiği.
iltica etmek:
sığınmak.
irsiyet kalma:
miras olarak
kalma.
kabil-i telif:
uyuşabilir, bağ-
daştırılabilir.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
kusur:
eksiklik, noksan.
makam:
büyük memuriyet,
manevî mevki; mevki, yer.
mana-i ubudiyet:
kulluğun
manası.
methüsena:
övme ve yücelt-
me.
muvakkat:
geçici.
müstait:
kabiliyetli, yetenek-
li.
müşir:
mareşal.
müteveccih olmak:
yönel-
mek.
nefer:
rütbesiz asker, er.
nev:
tür, çeşit.
riya:
gösteriş.
sahib-i kemal:
kemal sahibi,
mükemmellikler sahibi, ermiş
kişi.
seciye:
huy, karakter.
sırf:
ancak, yalnız, tamamıyla.
şahsî:
özel, şahsa ait.
şahsiyet:
kişilik, kişi özelliği.
tezellül:
alçalma.
ubudiyet:
kulluk; kul olduğu-
nu bilip samimiyetle Allah’a
itaat ve ibadet etme.
vazife:
görev, yükümlülük.
ziyade:
çok, fazla.
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup
| 536 | Mektubat
1...,526,527,528,529,530,531,532,533,534,535 537,538,539,540,541,542,543,544,545,546,...1086
Powered by FlippingBook