evet, acaba hangi unsur var ki, üç yüz elli milyon var-
dır? Ve o İslâmiyet yerine o unsuriyet fikri, fikir sahibine
o kadar kardeşleri, hem ebedî kardeşleri kazandırsın?
evet, menfi milliyetin tarihçe pek çok zararları görül-
müş. ezcümle, emevîler, bir parça fikr-i milliyeti siyaset-
lerine karıştırdıkları için, hem âlem-i İslâm’ı küstürdüler,
hem kendileri de çok felâketler çektiler.
Hem, Avrupa milletleri şu asırda unsuriyet fikrini çok
ileri sürdükleri için, Fransız ve Almanın çok şeametli
ebedî adavetlerinden başka, Harb-i Umumîdeki hâdisat-ı
müthişe dahi, menfi milliyetin nev-i beşere ne kadar za-
rarlı olduğunu gösterdi.
Hem bizde, iptida-i Hürriyette, Babil kal’asının ha-
rabiyeti zamanında “tebelbül-i akvam” tabir edilen teşa-
ub-i akvam ve o teşaub sebebiyle dağılmaları gibi, menfi
milliyet fikriyle, başta rum ve ermeni olarak pek çok
“kulüpler” namında sebeb-i tefrika-i kulûp, muhtelif mül-
teciler cemiyetleri teşekkül etti. Ve onlardan şimdiye ka-
dar ecnebilerin boğazına gidenlerin ve perişan olanların
hâlleri, menfi milliyetin zararını gösterdi.
Şimdi ise, en ziyade birbirine muhtaç ve birbirinden
mazlum ve birbirinden fakir ve ecnebi tahakkümü altın-
da ezilen anasır ve kabail-i İslâmiye içinde, fikr-i milliyet-
le birbirine yabanî bakmak ve birbirini düşman telâkki et-
mek öyle bir felâkettir ki, tarif edilmez. Âdeta bir sineğin
ısırmaması için, müthiş yılanlara arka çevirip, sineğin
ısırmasına karşı mukabele etmek gibi bir divanelikle,
mülteci:
iltica eden, sığınan.
nev-i beşer:
insanlık, bütün in-
sanlar.
perişan olmak:
acınacak hâllere
düşmek.
sebeb-i tefrika-i kulûp:
kalplerin
ayrılma sebebi.
siyaset:
devlet idaresi.
şeametli:
kötü, uğursuz.
tabir edilen:
adlandırılan.
tahakküm:
zorbalık etme, zorla
hükmetme; baskı.
tarif etmek:
anlatmak, izah et-
mek, tanımlamak.
tebelbül-i akvam:
çeşitli kavim-
lerden, milletlerden meydana ge-
len bir topluluğun kısımlara ayrı-
larak farklı dilleri konuşmaları; İlk
Çağda Asurlular devrinde, Babil
ve civarında bulunan çeşitli ka-
vimlerin farklı diller konuşması.
Bu gerçeğin tarihe yansıyan ismi.
telâkki etmek:
kabul etmek.
teşaub:
şubelere ayrılma, bölün-
me.
teşaub-i akvam:
kavimlerin kı-
sımlara, şubelere ayrılması; İlk
Çağda, Asurlular döneminde, Ba-
bil ve civarında yaşayan topluluk-
ların farklı diller konuşmaya baş-
lamaları ve dolayısıyla bölünme-
leri olayı.
teşekkül etmek:
meydana gel-
mek, oluşmak; şekillenmek.
unsur:
millet, ırk.
unsuriyet fikri:
ırkçılık fikri; ken-
di ırkının diğer ırklardan üstün ol-
duğunu, diğer ırklarla ilişkilerde
bu fikre göre hareket etmek ge-
rektiğini savunan görüş, fikir.
unsuriyet:
ırkçılık; kendi ırkının
diğer ırklardan üstün olduğu fikri-
ni savunma ve diğer ırklarla ilişki-
lerinde bu fikre göre hareket et-
me.
yabanî:
yabancı.
ziyade:
çok, fazla.
adavet:
düşmanlık.
âdeta:
sanki.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
anasır:
unsurlar; ırklar, millet-
ler.
asır:
yüzyıl, çağ.
cemiyet:
topluluk.
divanelik:
delilik, akılsızlık.
ebedî:
sonu olmayan, sürekli.
ecnebi:
yabancı.
ezcümle:
bu cümleden ola-
rak, örneğin.
felâket:
büyük belâ; çok za-
rar ve sıkıntı doğuran durum.
fikr-i milliyet:
milliyetçilik
fikri; kendi milletinin diğer
milletlerden üstün olduğunu,
diğer milletlerle ilişkilerde bu
fikre göre hareket etmek ge-
rektiğini savunan görüş, fikir.
hâdisat-ı müthişe:
dehşet
veren olaylar.
harabiyet:
yıkılış; dağılış.
Harb-i umumî:
Birinci Dünya
Savaşı.
iptida-i hürriyet:
hürriyetin
başlangıcı; 2. Meşrutiyetin ilâ-
nıyla başlayan dönem.
kabail-i İslâmiye:
Müslüman
kabileler, topluluklar.
kal’a:
kale.
mazlum:
zulüm görmüş; hak-
sızlığa ve kötülüğe uğramış.
menfi milliyet:
olumsuz, za-
rarlı milliyetçilik; kendi mille-
tinin diğer milletlerden üstün
olduğunu, diğer milletlerle
ilişkilerde bu fikre göre hare-
ket etmek gerektiğini savu-
nan görüş, fikir.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
muhtelif:
farklı, çeşitli.
mukabele etmek:
karşılık
vermek.
Mektubat | 541 |
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup