Altıncı Mesele
Salisen
: “Şeytanla Münazara” namındaki Birinci Meb-
hastaki, şeytanın mesleğine ait bazı tabirat çok galiz düş-
müş. “Hâşâ, hâşâ” kelimesiyle ve farz-ı muhal suretinde-
ki kayıtlarla tadil edildiği hâlde, yine beni titretiyor. son-
ra size gönderilen parçada bazı ufak tadilât vardı; nüsha-
nızı onunla tashih edebildiniz mi? Fikrinizi tevkil ediyo-
rum; o tabirattan lüzumsuz gördüklerinizi tayyedebilirsi-
niz.
Aziz kardeşim, o Mebhas çok mühimdir. Çünkü, ehl-i
zındıkanın üstadı şeytandır. Şeytan ilzam edilmezse,
onun mukallitleri kanmazlar. kur’ân-ı Hakîm, kâfirlerin
galiz tabirlerini reddetmek için zikrettiğinden, bana bir
cesaret verildi ki, bu şeytanî olan mesleğin bütün bütün
çürüklüğünü göstermek için, farz-ı muhal suretinde, hiz-
büşşeytanın efradı mesleklerinin iktizasıyla kabul etmeye
mecbur oldukları ve ister istemez manen meslek diliyle
diyecekleri ahmakane tabiratlarını titreyerek istimal et-
tim. Fakat o istimal ile, onları kuyu dibine sıkıştırıp, mey-
danı baştan başa kur’ân hesabına zaptettik, onların fo-
yalarını meydana çıkardık. Şu muzafferiyete, şu temsil
içinde bak:
Meselâ, semavata başı temas etmiş pek yüksek bir mi-
nare ve o minarenin altında, küre-i arzın merkezine ka-
dar bir kuyu kazılmış farz ediyoruz. İşte, ezanı umum
memlekette umum ahaliye işitilen bir zat, minare başın-
dan tâ kuyu dibine kadar hangi mevkide bulunduğunu is-
pat etmek için, iki fırka münakaşa ediyorlar.
ahali:
halk.
ahmakane:
ahmakçasına, akılsız-
ca.
aziz:
muhterem, değerli.
efrat:
fertler, bireyler.
ehl-i zındıka:
dinsizler, imansız-
lar.
farz etmek:
kabul etmek.
farz-ı muhal:
olmayacak bir şeyi
olacakmış gibi düşünme.
fırka:
insan topluluğu, grubu.
foya:
aldatmaya yönelik gizli
oyun, hile.
galiz:
kaba, çirkin.
hâşâ:
asla, kesinlikle öyle değil.
hizbüşşeytan:
şeytana tâbi olan-
lar grubu, şeytanın taraftarları.
iktiza:
lâzım gelme, gerektirme.
ilzam:
susturma, cevap veremez
hale getirme.
ispat:
delil ve şahit göstererek
doğruyu ortaya koyma.
istimal:
kullanma.
kâfir:
Allah’ı ve İslâmiyeti inkâr
eden, dinsiz.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
lüzumsuz:
gereksiz.
manen:
manevî yönden.
mebhas:
bahis, konu, bölüm.
memleket:
ülke, vatan.
meselâ:
örnek olarak.
mesele:
cevabı istenen soru.
meslek:
tutulan, gidilen yol.
mevki:
yer.
minare:
kule şeklindeki yük-
sek yer, ezan kulesi.
mukallit:
taklit eden.
muzafferiyet:
üstün gelme,
galibiyet.
mühim:
önemli.
münakaşa etmek:
tartışmak.
münazara:
tartışma.
nüsha:
birbirinin aynısı olan
yazılı metinlerden her birisi,
kopya.
salisen:
üçüncü olarak.
semavat:
semalar, gökler.
suret:
şekil, biçim.
şeytanî:
şeytana ait.
tabir:
ifade, söz.
tabirat:
tabirler, deyimler,
sözler.
tadil etmek:
düzeltmek.
tadilât:
düzeltmeler.
tashih etmek:
düzeltmek,
yanlışını gidermek.
tayyetmek:
atlamak, kaldır-
mak; çıkarmak.
temas etmek:
değmek.
temsil:
benzetme, örnek.
tevkil:
vekil etme.
umum:
bütün.
üstat:
öğretmen, hoca.
zaptetmek:
ele geçirmek.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zikretmek:
anmak.
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup
| 562 | Mektubat