elhâsıl, lisan-ı nahvî olan lisan-ı Arabînin camiiyeti ve
elfaz-ı kur’âniyenin i’cazı öyle bir tarzdadır ki, kabil-i ter-
cüme değildir, belki “muhaldir” diyebilirim. kimin şüp-
hesi varsa, i’caza dair Yirmi Beşinci söze müracaat et-
sin. tercüme dedikleri şeyler ise, gayet muhtasar ve na-
kıs bir mealdir. Böyle meal nerede, hayattar, çok cihet-
lerle teşaub etmiş ayatın hakikî manaları nerede?
* * *
Dokuzuncu Mesele
Mühim ve Mahrem Bir Mesele ve Bir Sırr-ı Velâyet
Âlem-i İslâm’da
Ehl-iSünnetveCemaat
denilen ehl-i
hak ve istikamet fırka-i azîmesi hakaik-ı kur’âniyeyi ve
imaniyeyi istikamet dairesinde hüve hüvesine sünnet-i
seniyeye ittiba ederek muhafaza etmişler. ehl-i velâyetin
ekseriyet-i mutlakası, o daireden neş’et etmişler. diğer
bir kısım ehl-i velâyet,
Ehl-iSünnetveCemaatin
bazı de-
satirleri haricinde ve usullerine muhalif bir caddede gö-
rünmüş. İşte şu kısım ehl-i velâyete bakanlar iki şıkka ay-
rıldılar:
Bir kısım ise,
Ehl-iSünnetin
usulüne muhalif oldukları
için, velâyetlerini inkâr ettiler. Hatta onlardan bir kısmı-
nın tekfirine kadar gittiler.
diğer kısım ki, onlara ittiba edenlerdir. onların velâ-
yetlerini kabul ettikleri için, derler ki: “
Hakyalnızehl-i
sünnet ve Cemaatin
mesleğinemünhasırdeğil
.” ehl-i
bid’adan bir fırka teşkil ettiler, hatta dalâlete kadar
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi, İslâm
dünyası.
ayat:
ayetler, Kur’ân’ın cümleleri.
camiiyet:
toplayıcı, geniş ve kap-
samlı oluş.
cihet:
yön.
dair:
ait, ilgili, alâkalı.
dalâlet:
doğru yoldan, iman ve İs-
lâmiyetten ayrılma.
desatir:
düsturlar, esaslar, pren-
sipler.
ehl-i bid’a:
dinin aslında olmadığı
hâlde, sonradan çıkarılan yeni
âdet ve uygulamaları dine mal
etmeye çalışanlar.
ehl-i hak ve istikamet:
doğru ve
hak yolda olanlar.
ehl-i Sünnet ve Cemaat:
İslâm’ı
ilk günkü saflığıyla kabul ederek,
dinde olmayan şeyleri karıştırma-
yıp Hz. Peygamberin yolundan ve
sünnetinden ayrılmayanlar.
ehl-i velâyet:
velî olanlar, Allah’ın
dostluğunu kazananlar.
ekseriyet-i mutlaka:
çok büyük
çoğunluk.
elfaz-ı kur’âniye:
Kur’ân-ı Ke-
rîm’e ait lâfızlar, sözler.
elhâsıl:
sonuç olarak, özetle.
fırka:
grup, insan topluluğu.
fırka-i azîme:
en büyük grup.
gayet:
son derece, çok.
hak:
doğru, gerçek.
hakaik-ı kur’âniye ve imaniye:
Kur’ân’a ve imana ait olan ger-
çekler.
hakikî:
gerçek, doğru.
haricinde:
dışında.
hayattar:
canlı.
hüve hüvesine:
aynen.
i’caz:
taklidi mümkün olmayacak
derecede güzel ve düzgün söz
söyleme özelliği; benzerini yap-
mada herkesi acze düşürme.
inkâr etmek:
kabul etmemek,
reddetmek.
istikamet:
doğruluk; inanç, dü-
şünce, niyet, tutum ve davranışta
Allah’ın rızasına uygunluk.
ittiba etmek:
tâbi olmak, uymak,
arkasından gitmek.
kabil-i tercüme:
tercüme
edilebilir.
lisan-ı arabî:
Arap dili, Arap-
ça.
lisan-ı nahvî:
düzen ve kural-
lara bağlı gramer dili.
mahrem:
gizli olan, herkese
söylenmeyen.
mana:
anlam.
meal:
anlam, mana.
mesele:
cevabı istenen soru;
önemli konu.
meslek:
usul, yol, gidiş.
muhafaza etmek:
korumak.
muhal:
imkânsız.
muhalif:
aykırı, zıt.
muhtasar:
kısaltılmış, özet.
mühim:
önemli.
münhasır:
sadece belli bir
şeyle ilgili, sınırlı.
müracaat etmek:
herhangi
bir eserden yararlanmak,
başvurmak.
nakıs:
eksik.
neş’et etmek:
çıkmak, kay-
naklanmak, yetişmek.
sırr-ı velâyet:
Allah dostu ol-
manın dikkat ve tecrübe ile
anlaşılabilecek en zor ve en
ince yanı.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in yüce sünneti; yüksek
hâl, söz, tavırları.
tarz:
şekil ,biçim.
tekfir:
küfürle itham etme.
tercüme:
bir sözü bir dilden
başka bir dile çevirme.
teşaub etme:
şubelere, kısım
ve bölümlere ayrılma.
teşkil etmek:
meydana getir-
mek, oluşturmak.
usul:
yol, tarz, temel prensip.
velâyet:
velîlik, Allah dostlu-
ğu.
Y
irmi
a
lTıncı
m
ekTup
| 572 | Mektubat