Dördüncüsü:
rüya üç nevidir. ‹kisi, tabir-i kur’ân’la,
(1)
m
?n
Ór
Mn
G o
çÉn
¨°r
Vn
G
’da dahildir, tabire değmiyor; manası
varsa da ehemmiyeti yok. Ya mizacın inhirafından, kuv-
ve-i hayaliye şahsın hastalığına göre bir terkibat, tasvirat
yapıyor; yahut gündüz veya daha evvel, hatta bir iki se-
ne evvel aynı vakitte başına gelen müheyyiç hâdisatı, ha-
yal tahattur eder, tadil ve tasvir eder, başka bir şekil ve-
rir. ‹şte bu iki kısım
m
?n
Ór
Mn
G o
çÉn
¨°r
Vn
G
’dır, tabire değmiyor.
üçüncü kısım ki, “rüya-i sadıka”dır. o doğrudan doğ-
ruya, mahiyet-i insaniyedeki lâtife-i rabbaniye, âlem-i
şahadetle bağlanan ve o âlemde dolaşan duyguların ka-
panmasıyla ve durmasıyla âlem-i gayba karşı bir müna-
sebet bulur, bir menfez açar; o menfez ile, vukua gelme-
ye hazırlanan hâdiselere bakar. Ve levh-i Mahfuzun cil-
veleri ve mektubat-ı kaderiyenin numuneleri nev’inden
birisine rast gelir, bazı vakıat-ı hakikiyeyi görür. Ve o va-
kıatta, bazen hayal tasarruf eder, suret libasları giydirir.
Bu kısmın çok envaı ve tabakatı var. Bazı, aynen gör-
düğü gibi çıkar, bazen bir ince perde altında çıkıyor, ba-
zen kalınca bir perde ile sarılıyor. Hadis-i şerifte gelmiş
ki, resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın bidayet-i va-
hiyde gördüğü rüyalar, subhun inkişafı gibi zahir, açık,
doğru çıkıyordu.
(2)
Beşincisi:
rüya-i sadıka, hiss-i kablelvukuun fazla in-
kişafıdır. Hiss-i kablelvuku ise, herkeste cüz’î, küllî vardır.
Hatta hayvanlarda dahi vardır. Hatta, bir zaman ben bu
âlem:
dünya.
âlem-i gayp:
gayp âlemi, gö-
rünmeyen, fakat varlığı kesin
olan ve mahiyeti Allah tara-
fından bilinen başka dünya-
lar.
âlem-i şahadet:
şahadet âle-
mi, gözle gördüğümüz âlem.
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
bidayet-i vahiy:
vahyin baş-
langıcı.
cilve:
görünme, yansıma; gö-
rüntü.
cüz’î:
az, küçük.
dahil:
içinde.
ehemmiyet:
kıymet, değer,
önem.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
evvel:
önce.
hâdisat:
hâdiseler, olaylar.
hâdise:
olay.
hadis-i şerif:
mübarek söz,
Peygamberimizden aktarılan
sözlerin genel adı.
hayal:
insanın zihninde tasar-
layıp, canlandırdığı şey, hülya.
hiss-i kablelvuku:
bir şeyi
vukuundan önce hissetme,
bir hâdisenin gerçekleşme-
sinden önce kalbe doğması.
inhiraf:
sapma, değişme, bo-
1.
Karışık ve anlaşılmaz rüyalar. (Yusuf Suresi: 44.)
2.
Buharî, 1:3; Müslim, ‹man: 252; Tirmizî, Menakıb: 6; Müsned, 6:153.
Mektubat | 581 |
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup
zulma.
inkişaf:
açılma, gelişme.
kuvve-i hayaliye:
hayal duygu-
su, hayal gücü.
küllî:
çok, büyük.
lâtife-i Rabbaniye:
‹lâhî hakikat-
lerin hissedilmesine ve manevî
zevklerin alınmasına yarayan his,
duygu.
Levh-i Mahfuz:
korunmuş levha,
Allah’ın ezelî ilmiyle kâinatta ol-
muş ve olacak şeylerin yazılı ol-
duğu levha.
libas:
elbise.
mahiyet-i insaniye:
insanın yapı-
sı, özellikleri.
mana:
anlam.
mektubat-ı kaderiye:
kaderle
alâkalı mektuplar.
menfez:
delik, girilecek yer.
mizaç:
manevî vasıfların tamamı;
huy, tabiat.
müheyyiç:
heyecan veren.
münasebet:
bağ, bağlantı.
nevi:
çeşit, cins.
numune:
örnek.
rast gelmek:
karşılaşmak.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim olan peygamber, Hz. Muham-
med.
rüya-i sadıka:
doğru olan rüya.
subuh:
sabah.
suret:
biçim, şekil.
tabakat:
tabakalar.
tabir:
yorum, yorumlama.
tabir-i kur’ân:
Kur’ân’ın tabiri,
ifadesi.
tadil:
değiştirme, düzeltme.
tahattur:
hatırlama, hatıra getir-
me.
tasarruf:
kullanma.
tasvir:
resmini yapma, şekillen-
dirme.
tasvirat:
tasvirler, resmini yap-
malar, şekillendirmeler.
terkibat:
terkipler, birleşimler,
kurmalar.
vakıat:
olaylar.
vakıat-ı hakikî:
gerçek olaylar.
vukua gelme:
meydana gelme,
gerçekleşme.
zahir:
açık.