meselâ küre-i arz bir mahlûktur; Cenab-ı Hakkı tesbih
ediyor. değil kırk bin, belki yüz binler baş hükmünde en-
vaları var. Her nev’in yüz binler dil hükmünde efratları
var ve hakeza… demek, küre-i arza müekkel meleğin
kırk bin, belki yüz binler başı olmalı ve her başında da
yüz binler dil olmalı ve hakeza…
‹şte bu mesleğe binaen, Hazret-i Azrail Aleyhisselâ-
mın her ferde müteveccih bir yüzü ve bakar bir gözü var-
dır. Hazret-i Mûsa Aleyhisselâmın Hazret-i Azrail Aley-
hisselâma tokat vurması, hâşâ, Azrail Aleyhisselâmın
mahiyet-i asliyesine ve şekl-i hakikîsine değil ve bir tah-
kir değil ve adem-i kabul değil, belki vazife-i risaletin da-
ha devamını ve bekasını arzu ettiği için, kendi eceline
dikkat eden ve hizmetine set çekmek isteyen bir göze şa-
mar vurmuş ve vurur.
(2)
@*G s
’p
G n
Ör
«n
¨r
dG o
ºn
?r
©n
j n
’
(1)
@ p
ÜGn
ƒs
°üdÉp
H o
ºn
?r
Yn
G *n
G
(3)
$G n
ór
æp
Y o
ºr
?p
©r
dG Én
ªs
fp
G r
?o
b
p
ÜÉn
à`p
µr
dG t
?o
G s
øo
g l
äÉn
ªn
µ r
ëo
e l
äÉn
`j'
G o
¬r
æp
e n
ÜÉn
à`p
µr
dG n
?r
«n
?n
Y n
?n
õr
fn
G …
p
òs
dG n
ƒo
g
o
¬r
æp
e n
¬n
HÉn
°ûn
J Én
e n
¿ƒo
©p
Ñs
àn
«n
a l
?r
jn
R r
ºp
¡p
Hƒo
?o
b
p
‘ n
øj
p
òs
dG És
en
Én
a l
äÉn
¡p
HÉn
°ûn
ào
e o
ôn
No
Gn
h
p
‘ n
¿ƒo
îp
°SGs
ôdGn
h *G s
’p
G o
¬n
?j
p
hr
Én
J o
ºn
?r
©n
j Én
en
h p
¬p
?jp
hr
Én
J n
ABÉn
¨p
àr
HGn
h p
án
ær
àp
Ør
dG n
ABÉ n
¨p
àr
HG
(4)
p
ÜÉn
Ñr
dn
’r
G Go
ƒdho
G s
’p
G o
ôs
cs
òn
jÉn
en
h Én
æp
q
Hn
Q p
ór
æp
Y r
øp
e w
?o
c p
¬p
H És
æn
e'
G n
¿o
ƒdƒo
?n
j p
ºr
?p
©r
dG
im
adem-i kabul:
kabul etmeme.
aleyhisselâm:
selâm ona olsun.
arzu:
istek.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
beka:
devamlılık, süreklilik.
binaen:
-den dolayı, dayanarak.
ecel:
ölüm vakti.
efrat:
fertler, bireyler.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
fert:
şahıs, kişi.
fitne:
karışıklık, fesat.
gayp:
gizli olan, bilinmeyen.
hakeza:
bunun gibi, benzeri.
hâlbuki:
oysa ki, hakikat şu ki.
hâşâ:
asla, kat’iyen, hiçbir vakit.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
hüküm:
karar, emir.
istikamet:
inanç, düşünce ve ni-
yette, tutum ve davranışta Al-
lah’ın rızasına uygun dürüstlük.
küre-i arz:
dünya, yer küre.
mahiyet-i asliye:
bir şeyin aslı,
gerçek yüzü, asıl özelliği.
mahlûk:
yaratılmış, yaratık.
mana:
anlam.
meselâ:
örnek olarak.
meyil:
sevgi, rağbet.
muhkem:
sağlam, içinde hüküm
bulunan veya tevile ihtimali bu-
lunmayan Kur’ân ayetleri.
müekkel:
vekil tayin edilmiş, gö-
revli, vazifeli.
müteşabih:
Kur’ân-ı Kerîm’de lâf-
zı ve manası açık olmayan, ma-
nası ancak Cenab-ı Hak tarafın-
dan bilinen, mecazî manaya elve-
rişli olan ayetler.
müteveccih:
yönelen, yönelmiş.
nevi:
çeşit, cins, tür.
Rab:
yaratan, büyüten, besleyen,
yetiştiren, verdiği nimetlerle
mahlûkatı ıslah ve terbiye eden
Allah.
set çekmek:
engel olmak.
şamar:
tokat, sille.
şekl-i hakikî:
gerçek şekil, biçim.
tahkir:
hakaret etme, aşağılama.
tefsir:
açıklama, izah, yorum.
tesbih:
Allah’ı bütün kusur ve
noksan sıfatlardan uzak tutma,
şanına lâyık ifadelerle anma.
vazife-i risalet:
peygamberlik
vazifesi.
1.
Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
2.
Gaybı Allah’tan başka kimse bilmez. (Neml Suresinin 65. ayeti ve benzeri diğer ayetlerden
alınmış bir kaidedir.)
3.
De ki: Şüphesiz ilim Allah katındadır. (Mülk Suresi: 26.)
4.
Sana Kur’ân’ı indiren de Odur. O Kur’ân’ın ayetlerinden bir kısmı, manası apaçık muhkem
ayetlerdir ki, kitabın aslı ve anası bunlardır; bütün hükümler bu ayetlere göre verilir. Diğer
bir kısım ayetler ise müteşabih ayetlerdir ki, bunların asıl manasını herkes kolayca anlaya-
maz. ‹şte, kalblerinde sapıklığa meyil bulunan kimseler, muhkem ayetleri bırakır da, fitne
aramak ve yalan yanlış yorumlayıp şüpheye düşürmek için müteşabih ayetlere yönelirler.
Hâlbuki o ayetlerin tefsirini Allah’tan başkası bilemez. ‹limde derinlik ve istikamet sahibi
olanlar ise, “Biz buna inandık. Muhkem ayetler de, müteşabih ayetler de, hepsi Rabbimizin
katından indirilmiştir” derler. Bunları ancak akıl sahibi olanlar düşünüp anlar. (Âl-i ‹mran Su-
resi: 7.)
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup
| 590 | Mektubat