Fecirden evvel hatırıma geldi ki, bir zatın kalbine ves-
vese verecek bir tarzda tarafımdan sözler söylenilmişti.
“keşke,” dedim, “onu görseydim, kalbindeki dağdağayı
izale etseydim.” Aynı dakikada, nis’e gitmiş bir parça ki-
tabım bana lâzım idi. “keşke elime geçseydi” dedim.
sabah namazından sonra oturdum, baktım, aynı zat,
o kitap parçası elinde olduğu hâlde içeri girdi.
ona dedim: “senin elindeki nedir?”
dedi: “Bilmiyorum. kapının önünde, ‘nis’ten gelmiş’
diye, birisi bana verdi; ben de size getirdim.”
“Fesübhanallah,” dedim. “Böyle bir vakitte, bu ada-
mın evinden çıkıp gelmesi ve şu sözün nis’ten gelmesi
hiç tesadüfe benzemiyor. Ve böyle bir adama şöyle bir
parça kitabı aynı dakikada eline verip bana gönderen, el-
bette kur’ân-ı Hakîm’in himmetidir” diyerek, “elhamdü-
lillâh,” dedim. “Benim en küçük, ehemmiyetsiz, hafî ar-
zu-i kalbimi bilen Birisi, elbette bana merhamet ediyor,
beni himaye ediyor. öyle ise dünyanın minnetini beş pa-
raya almam.”
‹kinci Misal:
Biraderzadem merhum Abdurrahman,
sekiz seneden beri benden ayrılıp dünyanın gaflet ve ev-
hamlarına bulaştığı hâlde, şahsıma karşı haddimden çok
fazla hüsnüzannı varmış. Bende olmayan ve elimden gel-
meyen himmeti istiyor ve medet bekliyordu. kur’ân-ı
Hakîm’in himmeti imdadına yetişti. Haşre dair olan
onuncu sözü vefatından üç ay evvel eline yetiştirdi.
muş, ölmüş.
minnet:
bir iyilik karşısında ken-
dini manevî olarak borçlu hisset-
me.
misal:
örnek, numune.
tarz:
biçim, şekil, suret.
tesadüf:
rastgelme, rastlantı.
vefat:
ölüm, ölme.
vesvese:
şüphe, tereddüt.
zat:
kişi, şahıs, fert.
arzu-i kalb:
kalbin arzusu, is-
teği.
biraderzade:
kardeş oğlu, ye-
ğen.
dağdağa:
telâş, ıztırap, sıkıntı.
dair:
ait, ilgili.
ehemmiyetsiz:
önemsiz, ba-
sit.
elbette:
kesinlikle, şüphesiz.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd
olsun, Allah’a şükür.
evham:
vehimler, kuşkular,
kuruntular.
evvel:
önce.
fecir:
tan yerinin ağarması.
fesübhanallah:
“Allah’ı her
türlü kusur, ayıp ve eksikler-
den tenzih ederim” manasın-
dadır; şaşkınlığı anlatmak için
kullanılır.
gaflet:
Allah’tan uzaklaşıp
nefsinin arzularına dalmak;
sorumsuzluk.
had:
sınır, değer, yetki.
hafî:
gizli.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın, ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hatır:
zihin, fikir, kalb.
himaye:
koruma, esirgeme.
himmet:
yardım, ihsan, lütuf.
hüsnüzan:
güzel düşünce.
imdat:
yardım.
izale:
giderme, ortadan kal-
dırma.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
lâzım:
gerek, gerekli.
medet:
inayet, yardım.
merhamet:
acımak, şefkat
göstermek, korumak, iyilik
etmek.
merhum:
rahmete kavuş-
Mektubat | 597 |
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup