feyiz ve nuru, esrar-ı kur’âniyenin tercümanı olan nurlu
sözlerde bulmuştur.
Beşinci Misal:
kardeşim Abdülmecid, biraderzadem
Abdurrahman’ın (rahmetullâhi aleyh) vefatı üzerine ve
daha sair elîm ahvalât içinde bir perişaniyet hissetmişti.
Hem, elimden gelmeyen manevî himmet ve medet bek-
liyordu. Ben onunla muhabere etmiyordum. Birden bire
mühim birkaç sözü ona gönderdim. o da mütalâa ettik-
ten sonra yazıyor ki: “elhamdülillâh, kurtuldum; çıldıra-
caktım. Bu sözlerin her biri birer mürşit hükmüne geçti.
Çendan bir mürşitten ayrıldım, fakat çok mürşitleri bir-
den buldum, kurtuldum” diye yazıyordu. Ben baktım ki,
hakikaten Abdülmecid güzel bir mesleğe girip o eski va-
ziyetlerinden kurtulmuş.
daha bu beş misal gibi pek çok misaller var. onlar
gösteriyorlar ki, ulûm-i imaniye, hususan doğrudan doğ-
ruya ihtiyaca binaen ve yaralarına devaen kur’ân-ı Ha-
kîm’in esrarından manevî ilâçlar alınsa ve tecrübe edilse,
elbette o ulûm-i imaniye ve o edviye-i ruhaniye, ihtiyacı-
nı hissedenlere ve ciddî ihlâs ile istimal edenlere yeter,
kâfi gelir. onları satan ve gösteren eczacı ve dellâl ne
hâlde bulunursa bulunsun, adî olsun, müflis olsun, zen-
gin olsun, makam sahibi olsun, hizmetkâr olsun, çok
fark yoktur.
evet, güneş varken mumların ışığı altına girmeye ihti-
yaç yok. Madem güneşi gösteriyorum; benden mum ışı-
ğı –bahusus bende bulunmazsa– istemek manasızdır,
nur:
aydınlık, ışık, ilim.
perişaniyet:
perişanlık.
rahmetullâhi aleyh:
Allah’ın rah-
meti onun üzerine olsun.
sair:
diğer, başka, öteki.
tecrübe:
deneyim, yaşayarak el-
de edilen iyi veya kötü kazanım-
lar.
tercüman:
tercüme eden, başka
bir dilde yazılmış veya söylenmiş
bir şeyi yine başka dile çeviren,
çevirici.
ulûm-i imaniye:
iman ilimleri.
vaziyet:
bir kimse veya şeyin du-
rumu, hâli.
vefat:
ölüm, ölme.
adî:
basit, sıradan.
ahvalât:
çeşitli hâller.
bahusus:
özellikle.
binaen:
-den dolayı.
çendan:
gerçi.
dellâl:
ilân edici; hakka davet
eden, tanıtıcı.
devaen:
deva olarak, ilâç ola-
rak.
edviye-i ruhaniye:
insan ru-
hunu tedavi eden ilâçlar.
elbette:
kesinlikle, mutlaka,
şüphesiz.
elhamdülillâh:
Allah’a şükür.
elîm:
keder veren, çok acı ve-
rici, acıklı.
esrar:
sırlar.
esrar-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın
sırları, Kur’ân’a ait gizlilikler.
feyiz:
ilim, irfan, manevî gıda.
hakikaten:
gerçekten.
himmet:
yardım.
hizmetkâr:
hizmetçi.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükmüne geçmek:
değerin-
de olmak, yerine geçmek.
ihlâs:
samimiyet, içtenlik.
istimal:
kullanma.
kâfi:
yeter, yeterli.
kur’ân-ı Hakîm:
Her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
makam:
mevki.
mana:
anlam.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
medet:
yardım.
misal:
örnek, numune.
muhabere:
haberleşme, ya-
zışma.
müflis:
iflâs etmiş.
mühim:
önemli.
mürşit:
doğru yolu gösteren,
rehber.
mütalâa:
dikkatli okuma.
Mektubat | 599 |
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup