Muin-izalimîndünyadaerbab-ıdenaettir,
Köpektirzevkalansayyâd-ıbîinsafahizmetten.
evet, bazıları yılanlık ediyor, bazıları köpeklik ediyor.
Böyle mübarek bir gecede, mübarek bir misafirin, müba-
rek bir duada iken, hafiyelik edip, güya cinayet yapıyor-
muşuz gibi ihbar eden ve taarruz eden, elbette bu şiirin
mealindeki tokada müstahaktır.
• ÜÇÜNCÜ NOkta:
Sua l
: “Madem kur’ân-ı Hakîm’in feyziyle ve nuruyla
en mütemerrit ve müteannit dinsizleri ıslah ve irşat etme-
ye, kur’ân’ın himmetine güveniyorsun; hem bilfiil de ya-
pıyorsun. neden senin yakınında bulunan bu mütecaviz-
leri çağırıp irşat etmiyorsun?”
El cevap
: Usul-i şeriatın kaide-i mühimmesindendir:
o
¬n
d o
ôn
¶r
æo
j n
’ p
Qn
ös
†dÉp
H ?
p
VGs
ôdn
G
Yani, “
Bilerekzarararazıolana
şefkatediplehindebakılmaz
.”
‹şte, ben çendan kur’ân-ı Hakîm’in kuvvetine istina-
den dava ediyorum ki, çok alçak olmamak ve yılan gibi
dalâlet zehrini serpmekle telezzüz etmemek şartıyla, en
mütemerrit bir dinsizi, birkaç saat zarfında ikna etmez-
sem de, ilzam etmeye hazırım. Fakat, nihayet derecede
alçaklığa düşmüş bir vicdan ki, bilerek dinini dünyaya sa-
tar ve bilerek hakikat elmaslarını pis, muzır şişe parçala-
rına mübadele eder derecede münafıklığa girmiş insan
suretindeki yılanlara hakaikı söylemek, hakaika karşı bir
müteannit:
inatçı.
mütecaviz:
saldırgan.
mütemerrit:
dik başlı, inatçı; kö-
tü fiilinde direnen.
nihayet:
son.
nur:
aydınlık, ışık, ilim.
razı olmak:
kabul etmek.
sayyâd-ı bîinsaf:
insafsız avcı.
serpme:
yayma, saçma.
sual:
soru.
suret:
biçim, görünüş, kılık.
şefkat:
acıma, merhamet etme.
taarruz:
saldırma, ilişme.
telezzüz:
lezzet, tad alma, hoş-
lanma.
usul-i şeriat:
şeriatın esasları, ‹s-
lâm Hukuku usulü.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı şer-
den ayırt etmeye yardımcı olan
ahlâkî duygu.
zarfında:
içinde, süresinde.
ıslah:
iyileştirme, düzeltme.
bilfiil:
fiilen, gerçekten.
çendan:
gerçi.
dalâlet:
sapıklık, inkâr, inanç-
sızlık.
dava:
iddia.
elbette:
kesinlikle, mutlaka,
şüphesiz.
elmas:
çok değerli.
erbab-ı denaet:
alçak kimse-
ler.
feyiz:
bereket, ilim, irfan, il-
ham.
güya:
sanki.
hafiye:
casus.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakikat:
gerçek.
himmet:
yardım, ihsan, lütuf,
manevî yardım.
ihbar:
haber verme, gizlice
bildirme.
ikna:
bir kanaati, fikri, düşün-
ceyi kabul ettirme.
ilzam:
susturma, cevap vere-
mez hale getirme.
irşat:
doğru yolu gösterme.
istinaden:
dayanarak, güve-
nerek.
kaide-i mühimme:
mühim,
önemli kaide, ölçü.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
lehinde:
onun faydasına,
kendinden yana.
meal:
anlam, mana.
muin-i zalimîn:
zalimlerin
yardımcısı.
muzır:
zararlı.
mübadele:
değiştirme.
mübarek:
feyizli, bereketli,
hayırlı.
münafık:
ikiyüzlülük eden,
ara bozucu.
müstahak:
hak etmiş, lâyık.
Mektubat | 605 |
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup