adam, o şükür ile ilân eder ki: “o elma doğrudan doğru-
ya dest-i kudretin yadigârı ve doğrudan doğruya hazine-i
rahmetin hediyesidir” demesi ile ve itikat etmesi ile, her
şeyi, cüz’î olsun küllî olsun, onun dest-i kudretine teslim
ediyor. Ve her şeyde rahmetin cilvesini bilir. Hakikî bir
imanı ve halis bir tevhidi, şükür ile beyan ediyor.
‹nsan-ı gafil, küfran-ı nimet ile ne derece hasarete düş-
tüğünü, çok cihetlerden yalnız bir vechini söyleyeceğiz.
Şöyle ki:
lezzetli bir nimeti insan yese, eğer şükür etse, o yedi-
ği nimet, o şükür vasıtasıyla bir nur olur, uhrevî bir mey-
ve-i cennet olur. Verdiği lezzet ile, Cenab-ı Hakkın ilti-
fat-ı rahmetinin eseri olduğunu düşünmekle, büyük ve
daimî bir lezzet ve zevk veriyor. Bu gibi manevî lüpleri ve
hulâsaları ve manevî maddeleri ulvî makamlara gönde-
rip, maddî ve tüflî (posa) ve kışrî, yani vazifesini bitiren
ve lüzumsuz kalan maddeleri fuzulât olup aslına, yani
anasıra inkılâp etmeye gidiyor. eğer şükür etmezse, o
muvakkat lezzet, zeval ile, bir elem ve teessüf bırakır ve
kendisi dahi kazurat olur. elmas mahiyetindeki nimet,
kömüre kalbolur. Şükür ile, zail rızıklar, daimî lezzetler,
bâkî meyveler verir. Şükürsüz nimet, en güzel bir suret-
ten çirkin bir surete döner. Çünkü, o gafile göre rızkın
akıbeti, muvakkat bir lezzetten sonra fuzulâttır.
evet, rızkın aşka lâyık bir sureti var. o da, şükür ile o
suret görünür. Yoksa, ehl-i gaflet ve dalâletin rızka aşk-
ları bir hayvanlıktır. daha buna göre kıyas et ki, ehl-i da-
lâlet ve gaflet ne derece hasaret ediyorlar.
lüp:
öz.
lüzumsuz:
gereksiz.
maddî:
maddeye ait.
mahiyet:
nitelik, özellik.
makam:
mevki, yer.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
meyve-i Cennet:
Cennet meyve-
si.
muvakkat:
geçici.
nimet:
yiyecek ve içecek şeyler.
nur:
aydınlık, ışık.
posa:
suyu alınmış her türlü yiye-
cek maddesinin artığı, tortu.
rahmet:
Allah’ın kullarını esirge-
mesi, onlara acıyıp bağışlaması,
onlara maddî ve manevî nimetler
vermesi.
rızık:
yiyecek, içecek şey.
suret:
biçim, görünüş, şekil.
şükür:
teşekkür, nimet ve iyiliğin
sahibini tanıma ve ona karşı min-
net duyma.
teessüf:
üzülme.
teslim etmek:
vermek, bırak-
mak.
tevhit:
birleme, Allah’ın varlığını,
birliğini, dengi ve ortağı bulunma-
dığını kabul etme.’
tüflî:
posa.
uhrevî:
ahirete ait.
ulvî:
yüksek, yüce.
vasıta:
aracı, sebep.
vazife:
iş, görev.
vecih:
yüz, yön.
yadigâr:
bir kimseyi veya olayı
hatırlatan şey, hatıra, hediye.
zail:
yok olan, sona eren,.
zeval:
sona erme, yok olma.
akıbet:
sonuç, netice.
bâkî:
yok olmayan, kalıcı
olan.
beyan:
açıklama, anlatma,
bildirme.
cihet:
yön, taraf.
cilve:
görünme, yansıma.
cüz’î:
az, küçük.
daimî:
sürekli, devamlı.
dest-i kudret:
kudret eli, Al-
lah’ın ezelî gücünün eli.
ehl-i gaflet ve dalâlet:
Dün-
yaya daldığından dolayı ahi-
retin farkında olmayan ve
doğru yol olan ‹slâmiyetten
sapanlar.
elem:
üzüntü, acı, keder.
fuzulât:
işe yaramayan şey-
ler, fazlalıklar.
gafil:
Allah’ı düşünmeyen so-
rumluluklarından habersiz.
hakikî:
gerçek.
halis:
saf, içten, samimî.
hasaret:
zarar.
hazine-i rahmet:
rahmet ha-
zinesi.
hulâsa:
öz, özet.
iltifat-ı rahmet:
rahmetin te-
veccühü, yönelmesi, bakma-
sı.
iman:
inanmak, itikat; inanç.
inkılâp:
dönüşme, değişme.
insan-ı gafil:
gafil insan; gaf-
letle Rabbini unutan insan.
itikat etmek:
inanmak.
kalbolmak:
dönüşmek.
kazurat:
pislikler, artık mad-
deler.
küfran-ı nimet:
Cenab-ı Hak-
kın ihsan ettiği nimetlerine
karşı nankörlük, şükürsüzlük.
küllî:
çok, büyük.
kışrî:
kabukla ilgili, öze ve
esasa ait olmayan.
kıyas:
karşılaştırma.
Mektubat | 613 |
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup