öyle ise, bu Vehhabî hâdisesine yalnız Vehhabîlerin
ehl-i sünnete karşı müfritâne bir tecavüzü nazarıyla bak-
mayacağız. Belki ehl-i sünnet, bir suihareketiyle kadere
fetva vermiş ki, Vehhabîleri ehl-i sünnete taslit etmiş.
Vehhabîler zulmeder; çünkü, hem çok müfritâne, hem
intikamkârâne, hem Haricîlik namına ettikleri için, cina-
yet ediyorlar. Fakat, kader-i ‹lâhî, üç sebebe binaen ada-
let eder:
Bi r i nc i s i
: Hadis-i sahih ile sabit olan ziyaret-i kubur
ve makberistana hürmet-i şer’iye
(1)
suistimal edildi, gay-
rimeşru hâdiseler zuhura geldi. Hususan evliyaların mak-
berlerine karşı hürmet ise, mana-i harfî cihetiyle kalma-
dı, mana-i ismî derecesine çıktı. Yani, sırf Cenab-ı Hak
hesabına makbul bir abdi olduğuna ve şefaatine ve ma-
nevî duasına mazhar olmak için olan meşru hürmetten
ziyade; o kabir sahibini âdeta sahib-i tasarruf ve kendi
kendine medet verecek bir kudret sahibi tasavvur edip,
âmiyâne, cahilâne takdis edildi. Hatta o dereceye varmış
ki, namaz kılmayanlar, o maruf ve meşhur türbelere kur-
ban kesip, ona yalvarıyordu.
‹şte bu müfritâne hâl, kadere fetva verdi ki, o muhar-
ribi onlara musallat etsin. Fakat, o muharrip dahi, onla-
rı tadil etmek ve ifratlarını kırmak lâzım gelirken, öyle
yapmayıp, bilâkis o da tefrit edip, köküyle kesmeye baş-
ladı. elbette,
(2)
o
¬r
æp
e o
ºp
?n
àr
æn
j s
ºo
K p
¬p
H o
ºp
?n
àr
æn
j $G o
?r
«n
°S o
ºp
dÉs
¶dn
G
kaidesi-
ne mazhar olur. onlar da sonra cezasını bulurlar.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hürmet-i şer’iye:
dinden kay-
naklanan, dinin izin verdiği saygı.
ifrat:
aşırı gitme, aşırılık.
intikamkârâne:
intikam besleye-
rek.
kader:
Cenab-ı Hakkın ezelî ilmi
ile, kâinatta olmuş ve olacak bü-
tün şeylerin varlık ve yokluğunu,
geçmiş ve geleceğini bilmesi.
kader-i ‹lâhî:
‹lâhî kader, Allah’ın
kader kanunu.
makber:
mezar, mezarlık, kabir.
makberistan:
mezarlık.
makbul:
kabul edilmiş olan.
mana-i harfî:
bir şeyin yaratıcısı-
na bakan, onu tarif eden ve tanı-
tan manası.
mana-i ismî:
bir şeyin bizzat ken-
disine bakan ve kendisini tanıtan
manası.
maruf:
bilinen.
mazhar:
nail olma, şereflenme,
kavuşma.
medet:
inayet, yardım.
meşru:
dine uygun.
muharrip:
tahrip eden, yıkan.
musallat etme:
belâ etme, sataş-
tırma.
müfritâne:
çok aşırıya kaçarak.
nazar:
bakış, düşünce.
sahib-i tasarruf:
her şeyi dilediği
gibi kullanma ve yönetme kabili-
yetine sahip olma.
suihareket:
kötü hareket, kötü
iş.
suiistimal:
kötüye kullanma.
sırf:
sade, yalnız, tamamıyla.
şefaat:
Hz. Peygamberin ve diğer
salih kulların, bazı günahkâr
mü’minleri bağışlamasını Al-
lah’tan dilemeleri, aracılık yap-
maları.
tadil:
düzeltme.
takdis:
yüceltme, kutsallaştırma.
tasavvur:
düşünme, zannetme.
taslit:
sataştırma, başa belâ ettir-
me.
tecavüz:
haddini aşma, ileri git-
me, sataşma.
tefrit:
normalden aşağı olma, en
geri.
vehhabî:
Muhammed bin Abdul-
lah tarafından geçen asırda Ara-
bistan’da meydana getirilen ‹slâ-
mî bazı meselelerde ifrat eden
mezhep.
ziyade:
çok, fazla.
ziyaret-i kubur:
kabirlerin ziya-
reti.
zuhura gelme:
meydana gelme,
ortaya çıkma.
zulmetmek:
haksızlık, adaletsiz-
lik etmek.
abd:
kul.
adalet:
her hak sahibine hak-
kının tam ve eksiksiz verilme-
si, düzenli ve dengeli davran-
ma.
âmiyâne:
bilmeyerek.
bilâkis:
aksine, tersine.
binaen:
-den dolayı, dayana-
rak.
cahilâne:
cahilce, bilgisizce.
cihet:
yön, taraf.
cinayet etme:
büyük suç iş-
leme.
ehl-i Sünnet:
‹slâmı ilk günkü
safiyetiyle kabul ederek, din-
de olmayan şeyleri karıştır-
mayıp, Hz. Peygamberin sün-
netinden ve yolundan ayrıl-
mayanlar.
fetva:
dini hüküm ve karar.
gayr-i meşru:
helâl olmayan,
dine aykırı.
hadis-i sahih:
sahih hadis,
hakkında şüphe edilemeyen
ve doğru senetlere ve ravile-
re isnat edilerek müspet ola-
rak kesin bilinen hadis.
Haricî:
Ehl-i sünnet yolundan
ayrılan, Hz Ali’ye karşı isyan
eden.
1.
Müslim, Cenaiz: 105-106, 108; Tirmizî, Cenaiz: 60; EbuDavud, Cenaiz: 77; Neseî, Cenaiz: 100-
101; ‹bniMâce, Cenaiz: 47-48; Müsned, 3:38.
2.
Zalim, Allah’ın kılıcıdır; onunla başkalarına ceza verir, sonra da döner onun cezasını verir.
Mektubat | 621 |
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup