Mektubat - page 625

izharına, haddimin fevkinde olarak, benim gibi bir adam
namzet olacak. Ve namzet olduğumu anladım.
Madem i’caz-ı kur’ân’ı bir derece beyan, sözlerle ol-
du. elbette, o i’cazın hesabına geçen ve onun reşahatı ve
berekâtı nev’inden olan hizmetimizdeki inayatı izhar et-
mek, i’caza yardımdır ve izhar etmek gerektir.
‹kİNCİ SebeP:
Madem kur’ân-ı Hakîm mürşidimizdir,
üstadımızdır, imamımızdır, her bir adaptan rehberimiz-
dir. o kendi kendini methediyor; biz de onun dersine it-
tibaen, onun tefsirini methedeceğiz.
Hem madem yazılan sözler onun bir nevi tefsiridir.
Ve o risalelerdeki hakaik kur’ân’ın malıdır ve hakikatle-
ridir. Ve madem kur’ân-ı Hakîm ekser surelerde, husu-
san
'
ô = dG
’larda,
=º '
M
’lerde kendi kendini kemal-i haşmetle
gösteriyor, kemalâtını söylüyor, lâyık olduğu medhi kendi
kendine ediyor. elbette sözlerde in’ikâs etmiş kur’ân-ı
Hakîm’in lemaat-ı i’caziyesinden ve o hizmetin makbuli-
yetine alâmet olan inayat-ı rabbaniyenin izharına mükel-
lefiz. Çünkü o üstadımız öyle eder ve öyle ders verir.
ÜÇÜNCÜ SebeP:
sözler hakkında, tevazu suretinde
demiyorum, belki bir hakikati beyan etmek için derim ki:
sözlerdeki hakaik ve kemalât benim değil, kur’ân’ın-
dır ve kur’ân’dan tereşşuh etmiştir. Hatta onuncu söz,
yüzer ayat-ı kur’âniyeden süzülmüş bazı katarattır. sair
risaleler dahi umumen öyledir.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
lâyık:
yakışan, uygun.
lemaat-ı i’caziye:
mu’cizeli parıl-
tılar, insanları âciz bırakan parıltı-
lar.
makbuliyet:
kabul edilmiş olan.
medih:
övme.
methetmek:
övmek.
mükellef:
yükümlü, vazifeli.
mürşit:
doğru yolu gösteren, reh-
ber, kılavuz.
namzet:
aday.
nevi:
çeşit, tür.
rehber:
yol gösteren, kılavuz, de-
lil.
reşahat:
serpintiler, sızıntılar.
risale:
belli bir konuda yazılmış
küçük kitap.
sair:
diğer, başka, öteki.
sure:
Kur’ân-ı Kerîm’in ayrıldığı
114 bölümden her biri.
suret:
biçim, tarz, şekil.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakımın-
dan açıklaması.
tereşşuh:
sızma, damlama.
tevazu:
alçak gönüllülük.
umumen:
bütünüyle.
üstat:
bir ilim veya sanatta üstün
olan kimse, öğretici.
adap:
hareket tarzı, usuller,
yollar.
alâmet:
belirti, işaret.
ayat-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın
ayetleri, cümleleri.
berekât:
bereketler, hayırlar.
beyan etmek:
izah etmek,
açıklamak.
ekser:
en çok, daha ziyade.
elbette:
kesinlikle, mutlaka.
fevk:
üst, üzeri.
had:
sınır, yetki.
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
hakaik-ı kur’âniye:
Kur’ân’a
ait olan ve ondan gelen ger-
çekler.
hakikat:
gerçek, doğru.
hususan:
bilhassa, özellikle.
i’caz:
mu’cizelik, âciz bırak-
ma.
i’caz-ı kur’ân:
Kur’ân’ın
mu’cizeliği, Allah’ın sözü ol-
ması ve benzerinin yapılama-
ması.
imam:
önde ve ileride olan,
delil, rehber.
inayat:
yardımlar.
inayat-ı Rabbaniye:
Rabbi-
mizin yardımları, yaratan,
besleyen, bütün varlıkları ida-
re ve terbiye eden Allah’ın
yardımları.
in’ikâs etmek:
aksetmek,
yansımak.
ittibaen:
uyarak, yolundan
giderek.
izhar etmek:
açığa vurmak,
göstermek.
izhar:
açığa vurma, gösterme.
katarat:
katreler, damlalar.
kemalât:
mükemmellikler,
kusursuzluklar.
kemal-i haşmet:
mükemmel
büyüklük ve heybet.
Mektubat | 625 |
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup
1...,615,616,617,618,619,620,621,622,623,624 626,627,628,629,630,631,632,633,634,635,...1086
Powered by FlippingBook