mu’cizat-ı kur’âniye ve mu’cizat-ı Ahmediyenin bir nevi
kerametidir ki, o âyinelerde tecelli ve temessül ediyor.
‹kinci ‹şaret
Hizmet-i kur’âniyeye ait inayat-ı rabbaniyenin ikinci-
si şudur ki:
Cenab-ı Hak, benim gibi kalemsiz, yarım ümmî, di-
yar-ı gurbette kimsesiz, ihtilâttan men edilmiş bir tarzda;
kuvvetli, ciddî, samimî, gayyur, fedakâr ve kalemleri bi-
rer elmas kılıç olan kardeşleri bana muavin ihsan etti.
zayıf ve âciz omzuma çok ağır gelen vazife-i kur’âniye-
yi, o kuvvetli omuzlara bindirdi, kemal-i kereminden, yü-
kümü hafifleştirdi.
o mübarek cemaat ise, Hulûsî’nin tabiriyle telsiz telg-
rafın ahizeleri hükmünde ve sabri’nin tabiriyle nur Fab-
rikasının elektriklerini yetiştiren makineler hükmünde
ayrı ayrı meziyetleri ve kıymettar muhtelif hasiyetleriyle
beraber, yine sabri’nin tabiriyle bir tevafukat-ı gaybiye
nev’inden olarak, şevk ve sayügayret ve ciddiyette birbi-
rine benzer bir surette, esrar-ı kur’âniyeyi ve envar-ı
imaniyeyi etrafa neşretmeleri ve her yere eriştirmeleri ve
şu zamanda (yani hurufat değişmiş, matbaa yok, herkes
envar-ı imaniyeye muhtaç olduğu bir zamanda) ve fütur
verecek ve şevki kıracak çok esbap varken, bunların fü-
tursuz, kemal-i şevk ve gayretle bu hizmetleri, doğrudan
doğruya bir keramet-i kur’âniye ve zahir bir inayet-i ‹lâ-
hiyedir.
keramet-i kur’âniye:
Kur’ân’ın
kerameti.
kıymettar:
değerli, kıymetli.
matbaa:
basım evi.
men:
yasak etme, engelleme.
meziyet:
üstünlük vasfı, özelliği.
muavin:
yardımcı.
mu’cizat-ı ahmediye:
Peygam-
ber Efendimizin gösterdiği mu’ci-
zeler.
mu’cizat-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın
mu’cizeleri.
muhtaç:
ihtiyacı olan.
muhtelif:
çeşitli, farklı.
mübarek:
mutlu, kutlu, sevimli,
hayırlı.
neşretme:
dağıtma, yayma.
nevi:
çeşit, tür.
nur:
aydınlık, ışık.
samimî:
içten.
sa’yügayret:
çalışma ve gayret.
suret:
biçim, şekil.
şevk:
şiddetli arzu, aşırı istek ve
heves.
tabir:
ifade, söz, deyim.
tecelli:
açıkça ortaya çıkma.
temessül:
görünme, yansıma.
tevafukat-ı gaybiye:
görünmez,
gizli uygunluklar, rastlantılar; gay-
bî ve manevî bir inayetle, yapılan
hizmetlere akseden yardımlar,
görülen kolaylıklar.
vazife-i kur’âniye:
Kur’ân vazife-
si.
yarım ümmî:
okuma yazmasın-
dan birisi tam olmayan, yazısı ol-
mayan.
zahir:
görünen, açık.
zaif:
zayıf.
âciz:
güçsüz.
ahize:
alıcı.
âyine:
ayna.
cemaat:
topluluk.
ciddiyet:
ciddîlik.
diyar-ı gurbet:
gurbet diyarı,
gurbet ili.
envar-ı imaniye:
‹man nurla-
rı, imana ait parıltılar.
esbap:
nedenler, sebepler,
vasıtalar.
esrar-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın
sırları, Kur’ân’a ait gizlilikler.
fedakâr:
feda eden, kıymet
ve ehemmiyet verilen bir şey
uğrunda her şeyi gözden çı-
karan.
fütur:
usanma, usanç, bıkma.
fütursuz:
usanmadan, bez-
meden.
gayret:
çalışma, çabalama.
gayyur:
çok, gayretli.
hasiyet:
özellik, hususiyet.
hizmet-i kur’âniye:
Kur’ân
hizmeti.
hurufat:
harfler.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
ihsan:
ikram, bağış.
ihtilât:
insanlarla görüşme,
beraber olma.
inayat-ı Rabbaniye:
bütün
varlıkların ihtiyaçlarını gide-
ren, onları yaratılış gayelerine
uygun bir şekilde sevk ve ida-
re eden Allah’ın yardımları.
inayet-i ‹lâhiye:
Allah’ın yar-
dımı.
kemal-i kerem:
mükemmel,
kusursuz, ikram edicilik.
kemal-i şevk:
tam ve kusur-
suz bir istek.
keramet:
Allah’ın velî kulla-
rında görülen olağanüstü hâl-
ler.
Mektubat | 631 |
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup