Hem, hakaik-ı imaniye ve kur’âniyede öyle bir geniş-
lik var ki, en büyük zekâ-i beşerî ihata edemediği hâlde,
benim gibi zihni müşevveş, vaziyeti perişan, müracaat
edilecek kitap yokken, sıkıntılı ve sür’atle yazan bir
adamda, o hakaikın ekseriyet-i mutlakası dekaikıyla zu-
huru, doğrudan doğruya kur’ân-ı Hakîm’in i’caz-ı mane-
vîsinin eseri ve inayet-i rabbaniyenin bir cilvesi ve kuv-
vetli bir işaret-i gaybiyedir.
Dördüncü ‹şaret
elli altmış risaleler
(HâşİYe)
öyle bir tarzda ihsan edilmiş
ki, değil benim gibi az düşünen ve zuhurata tebaiyet
eden ve tetkike vakit bulamayan bir insanın, belki büyük
zekâlardan mürekkep bir ehl-i tetkikin sa’y ve gayretiyle
yapılmayan bir tarzda telifleri, doğrudan doğruya bir
eser-i inayet olduklarını gösteriyor. Çünkü bütün bu risa-
lelerde bütün derin hakaik, temsilât vasıtasıyla, en âmî
ve ümmî olanlara kadar ders veriliyor. Hâlbuki o haka-
ikın çoğunu, büyük âlimler “tefhim edilmez” deyip, de-
ğil avama, belki havassa da bildiremiyorlar.
‹şte, en uzak hakikatleri en yakın bir tarzda, en âmî bir
adama ders verecek derecede, benim gibi türkçesi az,
sözleri muğlâk, çoğu anlaşılmaz ve “zahir hakikatleri da-
hi müşkülleştiriyor” diye eskiden beri iştihar bulmuş ve
eski eserleri o suiiştiharı tasdik etmiş bir şahsın elinde bu
HaşİYe:
Şimdi yüz otuzdur.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim adamı.
âmî:
cahil.
avam:
halk tabakası, sıradan in-
sanlar.
cilve:
görüntü, yansıma.
dekaik:
incelikler, ayrıntılar.
ehl-i tetkik:
dikkatle araştıranlar,
titizlikle inceleyenler.
ekseriyet-i mutlaka:
kesin ço-
ğunluk; büyük çoğunluk.
eser-i inayet:
Allah’ın yardımının
eseri neticesi.
gayret:
büyük faaliyet, alışılmışın
üstünde çalışma, uğraşma.
hakaik:
hakikatler, doğrular, ger-
çekler.
hakaik-ı imaniye ve kur’âniye:
iman ve Kur’ân hakikatleri.
hakikat:
gerçek, doğru.
havas:
toplumun üst tabakası;
okumuşlar, bilginler, âlimler.
i’caz-ı manevî:
manen mu’cize
olma.
ihata:
tam kavrayış, zihnen, ak-
len ve bilgiyle kavrayış.
ihsan:
ikram, lütuf, bağış.
inayet-i Rabbaniye:
bütün var-
lıkların ihtiyaçlarını gideren, onla-
rı yaratılış gayelerine uygun bir
şekilde sevk ve idare eden Al-
lah’ın yardımı.
işaret-i gaybiye:
görünmeyen bir
kaynaktan, Cenab-ı Hak’tan
gelen işaret.
iştihar:
meşhur olma, şöhret
bulma.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
muğlâk:
kapalı, zor anlaşılır.
müracaat:
başvurma.
mürekkep:
bir araya gelmiş,
birlik olmuş.
müşevveş:
karışık, dağınık.
müşkülleştirmek:
zorlaştır-
mak.
perişan:
dağınık, karışık.
risale:
belli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap.
sa’y:
çalışma, çabalama.
suiiştihar:
kötü şöhret.
sür’at:
hız, acele.
tasdik:
doğruluğunu kabul
etme, doğrulama.
tebaiyet:
tâbi olma, uyma.
tefhim etmek:
anlatmak.
telif:
yazılma, kaleme alınma.
temsilât:
temsiller, örnekler.
tetkik:
dikkatle araştırma, in-
celeme.
ümmî:
okuma yazması olma-
yan, okumamış.
vasıta:
aracı, aracılık.
vaziyet:
durum, hâl.
zahir:
görünen, açık, belli.
zekâ:
insanın düşünme, akıl
yürütme, anlama, yargılama,
çözme ve sonuç çıkarma ye-
teneklerinin tamamı; hızlı
kavrama gücü.
zekâ-i beşerî:
insan zekâsı.
zihin:
akıl.
zuhur:
görünme, ortaya çık-
ma.
zuhurat:
hesapta olmayan,
görülmedik, beklenmedik
hâllerde ortaya çıkmalar.
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup
| 634 | Mektubat