kudret-i beşer o yolda giderek o dereceye yetişemiyor.
Şu keramet-i i’caziye ise, kudret-i beşerle olamıyor; kud-
ret, o işe karışamıyor. karışsa sun’î olur bozulur.
(HaşİYe)
ÜÇÜNCÜ NÜkte:
‹şaret-i hassa, işaret-i amme müna-
sebetiyle bir sırr-ı dakik-ı rububiyet ve rahmaniyete işaret
edeceğiz:
Bir kardeşimin güzel bir sözü var; o sözü bu meseleye
mevzu edeceğim. sözü de şudur ki:
Bir gün güzel bir tevafukatı ona gösterdim.
dedi: “güzel! zaten her hakikat güzeldir. Fakat bu
sözlerdeki tevafukat ve muvaffakıyet daha güzeldir.”
Ben de dedim: “evet, her şey ya hakikaten güzeldir,
ya bizzat güzeldir veya neticeleri itibarıyla güzeldir. Ve
bu güzellik, rububiyet-i ammeye ve şümul-i rahmete ve
tecelli-i ammeye bakar. dediğin gibi, bu muvaffakıyette-
ki işaret-i gaybiye daha güzeldir. Çünkü bu, rahmet-i
hassaya ve rububiyet-i hassaya ve tecelli-i hassaya bakar
bir surettedir.”
Bunu bir temsil ile fehme takrip edeceğiz. Şöyle ki:
yardımı.
rububiyet-i amme:
Cenab-ı Hak-
kın her şeyi kuşatan ve her şeyi
kapsayan rububiyeti hâkimiyeti,
sevk, idare ve terbiye ediciliği.
rububiyet-i hassa:
Cenab-ı Hak-
kın özel bir konuda veya özel bir
yerdeki rububiyeti hâkimiyeti,
sevk, idare ve terbiye ediciliği.
suret:
biçim, görünüş, şekil.
sırr-ı dakik-ı rububiyet ve rah-
maniyet:
rububiyet ve rahmani-
yetin sırrı.
şümul-i rahmet:
Allah’ın rahme-
tinin her şeyi kuşatması, içine al-
ması.
takrip:
yaklaştırma, yanaştırma.
tecelli-i amme:
umumî tecelli; rı-
zık verme, diriltme gibi Cenab-ı
Hakkın bütün mahlûkatı kuşatan
isimlerine ait büyük tecelliler.
tecelli-i hassa:
Hususî tecelli; Ce-
nab-ı Hakkın seçkin kullarına ve-
ya çaresizlik içindeki mahlûkatı-
na karşı hususî özel yardımları,
ihsanları, himayeleri.
temsil:
örnek, kıyaslama tarzında
benzetme.
tevafuk:
uygunluk, birbirine
denk gelme.
tevafukat:
uygunluklar, uygun
gelişler, denk gelmeler.
HaşİYe:
on dokuzuncu Mektubun on sekizinci ‹şaretinde, bir nüsha-
da, bir sayfada dokuz kur’ân tevafuk suretinde bulunduğu hâlde, birbi-
rine hat çektik; mecmuunda Muhammed lâfzı çıktı. o sayfanın muka-
bilindeki sayfada sekiz kur’ân tevafukla beraber, mecmuunda lâfzullah
çıktı. tevafukatta böyle bedî şeyler çok var.
Bu haşiyenin mealini gözümüzle gördük.
Bekir,Tevfik,Süleyman,Galip,Said
.
bedî:
güzel; eşsiz.
fehim:
anlama, anlayış, akıl.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikaten:
gerçekten.
haşiye:
bir kitabın sayfaları-
nın kenarına veya altına yazı-
lan açıklayıcı yazı, dipnot.
hat:
çizgi.
işaret-i amme:
umumî, genel
işaret.
işaret-i gaybiye:
görünme-
yen bir kaynaktan Cenab-ı
Hak’tan gelen işaret.
işaret-i hassa:
hususî, özel
işaret.
keramet-i i’caziye:
Kur’ân-ı
Kerîm’in i’cazının, mu’cizeliği-
nin vesile olduğu keramet.
kudret:
güç, kuvvet, takat.
kudret-i beşer:
insan gücü,
kuvveti.
lâfzullah:
Allah lâfzı.
meal:
anlam, mana, açıkla-
ma.
mecmu:
hepsi, tamamı; top-
lam, tüm.
mesele:
konu.
mevzu etmek:
koymak, ba-
his konusu yapmak.
Muhammed lâfzı:
“Muham-
med” kelimesi, sözü.
mukabil:
karşı.
muvaffakıyet:
Allah’ın yardı-
mıyla başarılı olma.
münasebet:
ilgi, alâka, vesile.
netice:
sonuç.
nükte:
herkesin anlayamadı-
ğı ince mana, ancak dikkat
edildiğinde anlaşılan ince söz
ve mana.
nüsha:
birbirinin aynı olan
yazılı metinlerden her biri.
rahmet-i hassa:
Allah’ın özel
olarak, bir varlık üzerinde te-
celli eden rahmeti, ihsanı,
Mektubat | 643 |
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup