Mektubat - page 650

‹şte, altı sene sonra, yine kur’ân’ın irşadıyla ve
‹şara-
tü’l-‹’caz
olan tefsirin dokuz
És
fp
G
’nın tevafuk suretiyle ge-
len irşadıyla, sonra muttali olmuşum. Müstensihler ise,
benden işittikleri vakit hayret içinde hayrette kaldılar.
nasıl ki lâfz-ı
Resul-iEkrem
ve lâfz-ı
salâvat
, on doku-
zuncu Mektupta, mu’cizat-ı Ahmediyenin bir nev’inin bir
nevi küçük âyinesi hükmüne geçti; öyle de, Yirmi Beşin-
ci söz olan
‹’caz-ıKur’ân
’da ve on dokuzuncu Mektu-
bun on sekizinci ‹şaretinde lâfz-ı
Kur’ân
dahi, kırk taba-
kadan, yalnız gözüne itimat eden tabakasına karşı, bir
nevi mu’cizat-ı kur’âniyenin, o nev’in kırk cüz’ünden bir
cüz’ü tevafukat-ı gaybiye suretinde bütün risalelerde te-
celli etmekle beraber, o cüz’ün kırk cüz’ünden bir cüz’ü,
lâfz-ı
Kur’ân
içinde tezahür etmiş. Şöyle ki:
Yirmi Beşinci sözde ve on dokuzuncu Mektubun on
sekizinci ‹şaretinde, yüz defa
Kur’ân
lâfzı tekerrür etmiş.
pek nadir olarak bir iki kelime hariç kalmış, mütebakisi
bütün birbirine bakıyor. ‹şte, meselâ ‹kinci Şuaın kırk
üçüncü sahifesinde yedi
Kur’ân
lâfzı var; birbirine bakı-
yor. Ve sahife elli altıda, sekizi birbirine bakıyor; yalnız
dokuzuncu müstesna kalmış. ‹şte şu, şimdi gözümüzün
önünde, altmış dokuzuncu sahifedeki beş lâfz-ı
Kur’ân
birbirine bakıyor. Ve hakeza… Bütün sahifelerde gelen
mükerrer lâfz-ı
Kur’ân
birbirine bakıyor. pek nadir ola-
rak, beş altı taneden bir tane hariç kalıyor.
sair tevafukat ise: ‹şte gözümüzün önünde, sahife
otuz üçte, on beş adet
r
?n
G
lâfzı var; on dördü birbirine
âyine:
ayna.
cüz:
kısım, parça, bölüm.
hakeza:
bunun gibi, benzeri.
hariç:
dışında.
hükmüne:
yerine.
‹’caz-ı kur’ân:
Kur’ân’ın mu’cizeli-
ğini anlatan Yirmi Beşinci Söz ri-
salesi.
‹kinci Şua:
Risale-i Nur külliyatın-
dan bir eser.
irşat:
doğru yolu gösterme.
‹şaratü’l-‹’caz:
Bediüzzaman Said
Nursî’nin, Risale-i Nur Külliyatında
yer alan bir eseri, bkz. bilgiler.
itimat:
dayanma, güvenme.
lâfz-ı kur’ân:
Kur’ân lâfzı, ke-
limesi, sözü.
lâfz-ı Resul-i ekrem:
Resul-i
Ekrem sözü, kelimesi.
lâfz-ı salâvat:
salâvat kelime-
si, sözü.
lâfız:
söz, kelime.
meselâ:
örnek olarak.
mu’cizat-ı ahmediye:
Pey-
gamber Efendimizin (
ASM
) gös-
terdiği mu’cizeler.
mu’cizat-ı
kur’âniye:
Kur’ân’ın mu’cizeleri.
muttali olma:
bilme, haber-
dar olma, farkına varma.
mükerrer:
tekrarlanmış, tek-
rarlanan.
müstensih:
kopyasını çıka-
ran, yazarak çoğaltan.
müstesna:
hariç, dışında.
mütebaki:
geri kalan kısım.
nadir:
seyrek, az, ender.
nevi:
çeşit, tür.
risale:
belli bir konuda yazıl-
mış küçük kitap.
sahife:
sayfa.
sair:
başka, diğer.
suret:
biçim, şekil.
tabaka:
katman, sınıf, grup.
tecelli:
ortaya çıkma, belir-
me.
tefsir:
Kur’ân-ı Kerîm’i açıkla-
mak maksadıyla yazılan ki-
tap.
tekerrür:
tekrarlanma.
tevafuk:
uygunluk, denk gel-
me.
tevafukat:
uygunluklar, uy-
gun gelişler, denk gelmeler.
tevafukat-ı gaybiye:
gizli te-
vafuklar, uygunluklar.
tezahür etme:
ortaya çıkma,
belirme, görünme.
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup
| 650 | Mektubat
1...,640,641,642,643,644,645,646,647,648,649 651,652,653,654,655,656,657,658,659,660,...1086
Powered by FlippingBook