beŞİNCİ NÜkte
Sualediyorsunuzki
: “zaman-ı fetrette, resul-i ek-
rem Aleyhissalâtü Vesselâmın ecdadı bir din ile müte-
deyyin mi idiler?”
E l ce vap
: Hazret-i ‹brahim Aleyhisselâmın, bilâhere
gaflet ve manevî zulümat perdeleri altında kalan ve husu-
sî bazı insanlarda cereyan eden bakıye-i dini ile mütedey-
yin olduğuna rivayat vardır. elbette Hazret-i ‹brahim Aley-
hisselâmdan gelen ve resul-i ekrem Aleyhissalâtü Ves-
selâmı netice veren bir silsile-i nuraniyeyi teşkil eden ef-
rat, elbette din-i hak nurundan lâkayt kalmamışlar ve zu-
lümat-ı küfre mağlûp olmamışlar. Fakat, zaman-ı fetret-
te,
(1)
k
’ƒo
°Sn
Q n
ån
©r
Ñn
f »
s
àn
M n
Ú
p
Hu
òn
©o
e És
æ`o
c Én
en
h
sırrıyla, ehl-i fetret,
ehl-i necattırlar. Bilittifak, teferruattaki hatiatlarından mu-
ahezeleri yoktur. ‹mam-ı Şafiî ve ‹mam-ı eş’arîce, küfre
de girse, usul-i imanı da bulunmazsa, yine ehl-i necattır.
Çünkü teklif-i ‹lâhî irsal ile olur; ve irsal dahi, ıttılâ ile teklif
takarrür eder. Madem gaflet ve mürur-i zaman, enbiya-i
salifenin dinlerini setretmiş; o ehl-i fetret zamanına hüc-
cet olamaz. ‹taat etse sevap görür; etmezse azap görmez.
Çünkü mahfî kaldığı için hüccet olamaz.
aLtINCI NÜkte
Der s i ni z k i
: “resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâ-
mın ecdatlarından nebî gelmiş midir?”
El cevap
: Hazret-i ‹smail Aleyhisselâmdan sonra bir
nass-ı kat’î yoktur. ecdatlarından olmayan, yalnız Halit
ibni sinan ve Hanzele namında iki nebî gelmiştir.
itaat:
uyma, emre göre hareket
etme.
kavim:
insan topluluğu.
küfür:
Allah’ın varlığına, birliğine
inanmama.
lâkayt:
ilgisiz.
mağlûp olma:
yenilme, boyun
eğme.
mahfî:
gizli, saklı.
muaheze:
cezalandırma.
mürur-i zaman:
zamanın geçme-
si.
mütedeyyin:
dinin emirlerini ye-
rine getiren, dindar, dine bağlı.
nass-ı kat’î:
bir şeyin Kur’ân ve
hadisin hükmüyle kesinlik kazan-
ması.
nebî:
Allah’ın elçisi, habercisi;
peygamber, resul.
netice:
sonuç.
nur:
aydınlık, ışık.
nükte:
herkesin anlayamadığı in-
ce mana, ancak dikkat edildiğin-
de anlaşılan ince söz ve mana.
perde:
asılan örtü.
peygamber:
haberci, Allah’ın elçi-
si.
Resul-i ekrem:
Allah’ın en değerli
ve şerefli elçisi olan Hz. Muham-
med.
rivayat:
rivayetler, bir haberin
nakledilmesi aktarılması.
setr:
örtme, gizleme, kapatma.
silsile-i nuraniye:
nurlu nesil, nu-
ranî silsile.
sual:
soru.
takarrür:
karar bulma, yerleşme,
sabit olma.
teferruat:
ayrıntılar, asıldan ayrı-
lan ikinci derecede bölümler.
teklif:
Allah’ın, insanları emir ve
yasaklarına uygun hareket et-
mekle vazifelendirmesi.
teklif-i ‹lâhî:
Cenab-ı Allah’ın in-
sanları kulluğa ve hak dine dave-
ti, teklifi.
teşkil:
meydana getirme, oluş-
turma.
usul-i iman:
iman esasları, şartla-
rı.
zaman-ı fetret:
insanlara pey-
gamber gönderilmeyen manevî
buhran zamanı.
zulümat:
manevî karanlıklar, din-
sizlik, küfür.
zulümat-ı küfür:
küfür, Allah’ı in-
kâr karanlıkları.
ıttılâ:
haberi olma, bilgisi bulun-
ma.
aleyhissalâtü vesselâm:
sa-
lât ve selâm onun üzerine ol-
sun.
aleyhisselâm:
Allah’ın selâmı
onun üzerine olsun.
azap:
ceza, büyük sıkıntı, şid-
detli acı.
bakıye-i din:
dinin geriye ka-
lanı, devam eden kısmı.
bilâhere:
daha sonra.
bilittifak:
birleşerek, gönül
birliğiyle.
cereyan etme:
akıp gitme,
devam etme.
din-i hak:
hak din.
ecdat:
cetler, atalar, dedeler.
efrat:
fertler, şahıslar, kişiler.
ehl-i fetret:
iki peygamberin
devirleri arasında kalan, vahiy
ve semavî hükümlerin olma-
dığı karanlık devri yaşayanlar.
ehl-i necat:
kurtuluşa eren-
ler.
elbette:
kesinlikle, mutlaka,
şüphesiz.
enbiya-i salife:
geçmişteki
peygamberler.
gaflet:
duyarsızlık, manevî
sorumluluklarından habersiz
davranma hâli.
hatiat:
hatalar, yanlışlar, gü-
nahlar.
hususî:
özel, şahsî.
hüccet:
delil.
irsal:
resullerin, peygamber-
lerin gönderilmesi.
1.
Biz kendisine peygamber göndermedikçe, bir kavme azap vermeyiz. (‹sra Suresi: 15.)
Mektubat | 655 |
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup