münteşir bulunan çiçekler envaını, numunegâh küçük bir
bahçesinde cem eder; ve bir dükkâncı, bütün mallarında-
ki numuneleri bir listede cem eder; ve bir insan, tasarruf
ettiği ve hükmettiği ve münasebettar olduğu enva-ı mah-
lûkatın numunelerini, kendine bir elbise ve bir levazı-
mat-ı beytiye yapıyor. öyle de, ehl-i cennet olan bir in-
san, hususan bütün duygularıyla ve cihazat-ı maneviye-
siyle ubudiyet etmiş ve cennetin lezaizine istihkak kesb
etmiş ise, her bir duygusunu memnun edecek, her bir ci-
hazatını okşayacak, her bir letaifini zevklendirecek bir
tarzda, cennetin her bir nev’inden birer mehasini göste-
recek bir tarz-ı libası, kendilerine ve hurilerine, rahmet-i
‹lâhiye tarafından giydirilecek.
Ve o müteaddit hulleler, bir cinsten, bir neviden olma-
dığına delil, şu mealdeki hadistir ki: “Huriler yetmiş hul-
le giydikleri hâlde bacaklarındaki ilikleri görünür, setret-
miyor.”
demek, en üstündeki hulleden, tâ en alttaki hulleye
kadar, ayrı ayrı mehasinle, ayrı ayrı tarzda hissiyatı ve
duyguları zevklendirecek, memnun edecek mertebeler
var.
ehl-i cehennem ise, nasıl ki dünyada gözüyle, kulağıy-
la, kalbiyle, eliyle, aklıyla ve hakeza bütün cihazatıyla gü-
nahlar işlemiş; elbette cehennemde onlara göre elem ve-
recek, azap çektirecek ve küçük bir cehennem hükmüne
gelecek muhtelifülcins parçalardan yapılmış elbise giydi-
rilmek, hikmete ve adalete münafi görünmüyor.
adalet:
her hak sahibine hakkının
tam ve eksiksiz verilmesi.
azap:
büyük sıkıntı, şiddetli acı.
cem:
toplama, bir yere getirme.
cihazat:
cihazlar, organlar.
cihazat-ı maneviye:
manevî or-
ganlar; hisler ve duygular.
delil:
bir davayı, meseleyi ispata
yarayan şey.
ehl-i Cehennem:
Cehennem ehli,
Cehennemlikler, Cehennemde
bulunanlar.
ehl-i Cennet:
Cennet ehli, Cen-
netlikler, Cennette bulunanlar.
elbette:
kesinlikle, mutlaka, şüp-
hesiz.
elem:
acı, maddî-manevî ıztırap.
enva:
çeşitler, türler, neviler.
enva-ı mahlûkat:
yaratılmış
olanların türleri, çeşitleri.
günah:
Allah’ın emirlerine aykırı
davranış, uygunsuz fiil, dinî suç.
hadis:
Peygamberimiz Hz. Mu-
hammed’in sözü.
hakeza:
bunun gibi, benzeri.
hikmet:
gaye, maksat, fayda.
hissiyat:
hisler, duygular.
hulle:
Cennet elbisesi.
huri:
Cennet kızı.
hususan:
bilhassa, özellikle.
hükmetmek:
karar vermek,
hâkim olmak.
hükmüne:
değerine, yerine.
ilik:
kemiklerin içinde bulu-
nan, çeşitli görevleri olan
madde.
istihkak kesb etmek:
hak
kazanmak, hak etmek.
kesb:
çalışıp, kazanma.
letaif:
lâtifeler, insanın mane-
vî yapısındaki ince ve hassas
duygulardan her biri.
levazımat-ı beytiye:
ev için
gerekli olan şeyler, ihtiyaçlar.
lezaiz:
zevkler, lezzetler.
meal:
anlam, mana.
mehasin:
güzellikler.
memnun:
hoşnut, razı.
mertebe:
derece.
muhtelifülcins:
farklı cins,
tür.
münafi:
zıt, ters, aykırı.
münasebettar:
ilgili, bağlan-
tılı.
münteşir:
yayılan, yayılmış.
müteaddit:
ayrı ayrı, çeşit çe-
şit.
nevi:
çeşit, cins, tür.
numune:
örnek, misal.
numunegâh:
örneklerin bu-
lunduğu yer.
rahmet-i ‹lâhiye:
Allah’ın
sonsuz rahmeti.
setretme:
örtme, kapatma.
tarz:
şekil, biçim, yol.
tarz-ı libas:
giyim tarzı.
tasarruf:
dilediği gibi kullan-
ma ve yönetme.
ubudiyet:
kulluk.
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup
| 654 | Mektubat