Fakat ecdad-ı nebîden, kâ’b ibni lüey’in meşhur ve
sarih ve tansis tarzındaki bu şiiri ki:
(1)
Én
go
Ò
p
Ñn
N Ék
bho
ón
°U Gk
QÉn
Ñr
Nn
G o
ôp
Ñr
îo
«n
a @ l
ós
ªn
ëo
e t
»p
Ñs
ædG ?p
Jr
Én
j m
án
?`r
Øn
Z '
¤n
Y
demesi, mu’cizekârâne ve nübüvvettarâne bir söze
benzer.
‹mam-ı rabbanî, hem delile, hem keşfe istinaden de-
miş ki: “Hindistan’da çok nebîler gelmiştir. Fakat bazıla-
rının ya hiç ümmeti olmamış; veyahut mahdut birkaç
adama münhasır kaldığı için, iştihar bulmamışlar, veya-
hut nebî ismi verilmemiş.”
‹şte, ‹mamın bu düsturuna binaen, ecdad-ı nebîden bu
nevi nebîlerin bulunması mümkün…
YeDİNCİ NÜkte
Diyorsunuzki
: “resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâ-
mın peder ve valideleri ve ceddi Abdülmuttalip’in iman-
ları hakkında akva ve esah olan haber hangisidir?”
Elcevap
: Yeni said on senedir yanında başka kitapla-
rı bulundurmuyor, “Bana kur’ân yeter” diyor. Böyle te-
ferruat mesailinde, bütün kütüb-i ehadisi tetkik edip, en
akvasını yazmaya vaktim müsaade etmiyor. Yalnız bu
kadar derim ki:
resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın peder ve va-
lideleri ehl-i necattır ve ehl-i cennettir ve ehl-i imandır.
Cenab-ı Hak, Habib-i ekrem’inin mübarek kalbini ve o
kalbin taşıdığı ferzendâne şefkatini, elbette rencide
etmez.
akva:
en kuvvetli, en sağlam.
aleyhissalâtü vesselâm:
salât ve
selâm onun üzerine olsun.
binaen:
-den dolayı, dayanarak.
cet:
dede, ata.
delil:
belge, bir davayı, meseleyi
ispata yarayan şey, kanıt.
düstur:
kanun, kural, prensip.
ecdad-ı Nebî:
Peygamberimizin
ecdadı, ataları.
ehl-i Cennet:
Cennet ehli, Cen-
netlikler.
ehl-i iman:
Allah’a inananlar,
iman sahipleri.
ehl-i necat:
kurtuluşa erenler.
esah:
en sahih, en doğru.
ferzendâne:
oğula, evlâda yakı-
şacak şekilde.
füc’eten:
birdenbire, ansızın, ani
olarak.
Habib-i ekrem:
Allah’ın en sevgili
ve değerli kulu olan Hz. Muham-
med.
imam:
bir ilimde sözü delil kabul
edilebilecek derecede derin ve
geniş bilgi sahibi olan âlim, dinî
konularda içtihat sahibi zat.
iman:
inanmak, itikat; Resul-i Ek-
remin (
ASM
) tebliğ ettiği inanılma-
sı gerekli esasları tasdik etmek-
ten doğan bir nurdur.
istinaden:
dayanarak.
iştihar bulma:
meşhur olma, ta-
nınma, duyulma.
keşif:
meydana çıkarma.
kütüb-i ehadis:
hadis kitapları.
mahdut:
sınırlı.
mesail:
meseleler.
meşhur:
herkesin bildiği, şöhretli,
ünlü.
mu’cizekârâne:
mu’cize suretin-
de.
mübarek:
hayırlı.
münhasır:
mahsus, sınırlı, ait.
müsaade etme:
izin verme.
nebî:
haberci, elçi, peygamber.
nevi:
çeşit, tür.
nübüvvettarâne:
peygam-
bere yakışacak şekilde.
nükte:
herkesin anlayamadı-
ğı ince mana, ancak dikkat
edildiğinde anlaşılan ince söz
ve mana.
peder:
baba, ata.
rencide etme:
incitme, kı-
rma.
Resul-i ekrem:
Allah’ın en
şerefli ve değerli elçisi Hz.
Muhammed.
sarih:
açık.
şefkat:
acıyarak ve esirgeye-
rek sevme, içten karşılıksız
merhamet ve yardım etme.
takva:
en kuvvetli, en sağ-
lam.
tansis:
tetkikten sonra karar
vermek, inceden inceye araş-
tırma, bir meseleyi ve hük-
mü, dini delillere dayandıra-
rak söyleme.
teferruat:
ayrıntılar, asıldan
ayrılan ikinci derecede bö-
lümler.
tetkik:
dikkatle araştırma, in-
ceden inceye yoklama, ince-
leme.
ümmet:
peygamber gönderi-
len ve bu peygambere inanıp
bağlanan cemaat, topluluk.
valide:
ana, anne.
1.
Füc’eten, Muhammed Peygamber gelecek, doğru haberleri verecek. (Kadı Iyaz, Şifa, 1:364;
‹bni Kesir, el-Bidayeve’n-Nihaye, 2:244.)
Y
irmi
S
ekizinci
m
ekTup
| 656 | Mektubat