Hem meselâ,
s
ºo
K
p
?p
ôr
en
Ép
H ¢o
Vr
Qn
’r
Gn
h o
ABÉ n
ª° s
ùdG n
?ƒo
?n
J r
¿n
G p
¬p
JÉn
j'
G r
øp
en
h
(1)
n
¿ƒo
Lo
ôr
în
J r
ºo
àr
fn
G B Gn
P p
G ¢p
Vr
Qn
’r
G n
øp
e k
In
ƒr
Yn
O r
ºo
cÉn
Yn
O Gn
P p
G
ayetiyle şöy-
le bir üslûb-i âlî ile saltanat-ı rububiyetindeki haşmeti
gösterir. Şöyle ki:
“gökler ve zemin, iki mutî kışla hükmünde ve iki mun-
tazam ordu merkezi suretinde, tek bir emirle veya boru
gibi bir işaretle, o iki kışlada fenâ ve adem perdesinde
yatan mevcudat, o emre kemal-i sür’atle ve itaatle ‘leb-
beyk!’ deyip meydan-ı haşir ve imtihana çıkarlar.”
İşte, haşir ve kıyameti ne kadar mu’cizâne bir üslûb-i
âlî ile ifade edip; ve o davanın içinde bir delil-i iknaîye
işaret ediyor ki, bilmüşahede, nasıl ki zeminin cevfinde
saklanmış ve ölmüş hükmündeki tohumlar ve cevv-i se-
mada, ademde ve küre-i havaiyede dağılmış, saklanmış
katreler, nasıl kemal-i intizam ve sür’atle haşrolup her
baharda meydan-ı tecrübe ve imtihana çıkıyorlar; zemin-
de hububat semada katarat, her vakit bir mahşernümun
suretini alırlar. öyle de, haşr-i ekber dahi öyle kolay zu-
hur eder. Madem bunu görüyorsunuz, onu dahi inkâr
edemezsiniz.
Ve hakeza, şu ayetlere sair ayattaki derece-i belâgati
kıyas edebilirsiniz. Acaba, şu tarzdaki ayatın hakikî ter-
cümesi mümkün müdür? elbette değildir. olsa olsa, ya
kısa bir meal-i icmalî veya ayetin her cümlesi için beş al-
tı satır tefsir yazmak lâzım gelir.
itaat:
boyun eğme, emre uyma.
kabir:
mezar.
katarat:
katreler, damlalar.
katre:
damla.
kemal-i intizam:
tam ve eksiksiz
düzen.
kemal-i sür’at:
tam bir sür’at,
hızlılık.
kışla:
askerlerin topluca barındık-
ları yapı.
kıyamet:
dünyanın sonu, dünya-
nın eceli.
kıyas:
karşılaştırma.
küre-i havaiye:
hava küre, at-
mosfer.
Lebbeyk:
buyurun, emredin.
mahşernümun:
mahşer örneği,
mahşere benzer.
meal-i icmali:
özet olarak anlam.
meselâ:
misal olarak.
mevcudat:
var olan her şey, ya-
ratılmışlar.
meydan-ı haşir:
haşir, diriliş
meydanı.
meydan-ı imtihan :
imtihan
meydanı.
meydan-ı tecrübe ve imtihan:
imtihan ve deneme meydanı, sa-
hası.
mu’cizâne:
mu’cizeli bir şekilde.
muntazam:
intizamlı, tertipli.
mutî:
itaat eden.
mümkün:
olabilir.
perde:
örtü.
sair:
diğer, öteki.
saltanat-ı rububiyet:
Allah’ın kâ-
inatı terbiye ve idare edicilik sıfa-
tının saltanatı.
sema:
gökyüzü.
suret:
biçim, görünüş.
sür’at:
çabukluk, hızlılık.
tarz:
biçim, suret.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakımın-
dan izahı.
tercüme:
çeviri.
üslûb-i âlî:
yüce üslûp, yüksek
ifade tarzı.
vakit:
zaman.
zemin:
yer, yeryüzü.
zuhur etmek:
meydana çıkmak.
adem:
yokluk.
ayat:
Kur’ân ayetleri.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
bilmüşahede:
görerek.
cevf:
boşluk.
cevv-i sema:
gökyüzü.
dava:
iddia.
delil-i iknaiye:
ikna edici de-
lil.
derece-i belâgat:
belâgat de-
recesi.
emr:
emir, buyruk.
fenâ:
yokluk, son bulma.
hakeza:
böylece, bunun gibi.
hakikî:
gerçek, doğru.
haşir:
Allah’ın, ölüleri diriltip
mahşere çıkarması; insanların
öldükten sonra tekrar diriltilip
bir yerde toplanmaları.
haşmet:
ihtişam, korku ve
saygı uyandıran büyüklük,
görkemlilik.
haşr-i ekber:
büyük diriliş ve
toplanma.
hububat:
habbeler, taneli bit-
kiler.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
ifade:
anlatma.
inkâr etmek:
reddetmek, ka-
bul etmemek.
işaret:
gösterme, belirti.
Mektubat | 665 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
1.
Yine Onun ayetlerindendir ki, gök ve yer Onun emriyle ayakta durur. Sonra O sizi bir emir-
le çağırdığında derhal kabirlerinizden çıkarsınız.” (Rum Suresi: 25.)