kesif ve arızî deri altında siyahlanır, taaffün eder. öyle
de, şeair-i İslâmiyedeki tabirat-ı nebeviye ve İlâhiye, ha-
yattar ve sevaptar bir cilt, bir deri hükmündedir. onların
soyulmasıyla, maanideki bir nuraniyet, muvakkaten, çıp-
lak, bir derece görünür; fakat, ciltten cüda olmuş bir
meyve gibi, o mübarek manaların ruhları uçar, zulmetli
kalb ve kafalarda beşerî postunu bırakıp gider. nur uçar,
dumanı kalır. Her ne ise...
SekİZİNCİ NÜkte
Buna dair bir düstur-i hakikati beyan etmek lâzım.
Şöyle ki:
nasıl “hukuk-i şahsiye” ve bir nevi “hukukullah” sayı-
lan “hukuk-i umumiye” namıyla iki nevi hukuk var; öyle
de, mesail-i şer’iyede bir kısım mesail eşhasa taallûk
eder; bir kısım umuma, umumiyet itibarıyla taallûk eder
ki, onlara “şeair-i İslâmiye” tabir edilir. Bu şeairin umu-
ma taallûku cihetiyle, umum onda hissedardır. Umumun
rızası olmazsa, onlara ilişmek, umumun hukukuna teca-
vüzdür. o şeairin en cüz’îsi (sünnet kabîlinden bir mese-
lesi) en büyük bir mesele hükmünde nazar-ı ehemmiyet-
tedir. doğrudan doğruya umum âlem-i İslâma taallûk et-
tiği gibi, Asr-ı saadetten şimdiye kadar bütün eazım-ı İs-
lâmın bağlandığı o nuranî zincirleri koparmaya, tahrip
ve tahrif etmeye çalışanlar ve yardım edenler, düşünsün-
ler ki, ne kadar dehşetli bir hataya düşüyorlar. Ve zerre
miktar şuurları varsa, titresinler!
mesele:
ehemmiyetli iş, konu.
miktar:
ölçü.
muvakkaten:
geçici olarak.
mübarek:
bereketli, kutlu, hayır-
lı.
nam:
ad.
nazar-ı ehemmiyet:
pek önemli
görerek, önemsenen.
nevi:
çeşit.
nur:
aydınlık, ışık.
nuranî:
nurlu, ışıklı.
nuraniyet:
nurluluk, aydınlık,
parlaklık.
nükte:
ince manalı söz.
post:
deri.
rıza:
razı olma, hoşnutluk.
ruh:
öz, canlılık.
sünnet:
Hz. Muhammed’in Müs-
lümanlara örnek olan mübarek
söz, fiil ve emirleri.
şeair:
dinin alâmetleri, işaretleri.
şeair-i İslâmiye:
İslâma sembol
olmuş iş ve ibadetler.
şuur:
anlayış, idrak, bilinç.
taaffün etmek:
çürüyüp kokuş-
mak, bozulmak.
taallûk:
ilgili, alâkalı oluş.
tabir:
ifade, söz.
tabirat-ı İlâhî:
Allah tarafından
olan tabirler, ifadeler.
tabirat-ı Nebeviye:
Peygamber
Efendimizin tabirleri, sözleri.
tahrif etmek:
bozmak.
tahrip:
harap etme, yıkma.
tecavüz:
saldırma, el uzatma.
umum:
bütün, herkes.
umumiyet:
umumîlik, genellik.
zerre:
maddenin en küçük parça-
sı, atom.
zulmet:
karanlık.
âlem-i İslâm:
İslâm âlemi.
arızî:
sonradan çıkan.
asr-ı Saadet:
Peygamberimiz
(
AS
m) ve dört halifenin yaşadı-
ğı devir.
beşeri:
insana ait.
beyan:
anlatma, açıklama.
cihet:
yön.
cilt:
deri.
cüda olmak:
ayrılmış olmak.
cüz’î:
küçük, az, parça.
dair:
alâkalı, ilgili.
dehşetli:
ürküntü veren, kor-
kunç.
derece:
miktar, aşama.
düstur-i hakikat:
gerçek,
doğru düstur, prensip.
eazım-ı İslâm:
İslâm büyük-
leri.
eşhas:
şahıslar, kişiler.
hayattar:
canlı.
hissedar:
hisse sahibi.
hukuk:
haklar; şeriat kitapla-
rında yazılı olan haklar, ka-
nunlar ve temel esaslar.
hukuk-i şahsiye:
kişinin hu-
kuku.
hukuk-i umumiye:
genelin
hak ve hukuku, kamu hakla-
rı.
hukukullah:
Allah’ın hukuku.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
itibarıyla:
bakımından, sayıl-
mak üzere.
kabîlinden:
türünden, çeşi-
dinden.
kesif:
kaba ve katı görünüm-
lü.
kısım:
parça, takım.
maani:
manalar, anlamlar.
mana:
anlam.
mesail:
meseleler.
mesail-i şer’iye:
şeriatın me-
seleleri, prensip ve kurallar.
Mektubat | 673 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup