DOkuZuNCu NÜkte
Mesail-i şeriattan bir kısmına “taabbüdî” denilir; aklın
muhakemesine bağlı değildir, emrolduğu için yapılır, ille-
ti emirdir. Bir kısmına “makulülmana” tabir edilir. Yani
bir hikmet ve bir maslahatı var ki, o hükmün teşriine mü-
reccih olmuş; fakat sebep ve illet değil. Çünkü, hakikî il-
let, emir ve nehy-i İlâhîdir.
Şeairintaabbüdîkısmı
: Hikmet ve maslahat onu tağ-
yir edemez. taabbüdîlik ciheti tereccüh ediyor; ona ilişil-
mez. Yüz bin maslahat gelse, onu tağyir edemez. öyle
de, “Şeairin faydası yalnız malûm mesalihtir” denilmez
ve öyle bilmek hatadır. Belki o maslahatlar ise, çok hik-
metlerinden bir faydası olabilir.
Meselâ biri dese, “ezanın hikmeti Müslümanları na-
maza çağırmaktır. Şu hâlde, bir tüfek atmak kâfidir.”
Hâlbuki, o divane bilmez ki, binler maslahat-ı ezaniye
içinde o bir maslahattır. tüfek sesi, o maslahatı verse,
acaba nev-i beşer namına, yahut o şehir ahalisi namına,
hilkat-i kâinatın netice-i uzması ve nev-i beşerin netice-i
hilkati olan ilân-ı tevhid ve rububiyet-i İlâhiyeye karşı iz-
har-ı ubudiyete vasıta olan ezanın yerini nasıl tutacak?
Elhâsıl
,
cehennemlüzumsuzdeğil.
Çok işler var ki, bü-
tün kuvvetiyle “Yaşasın cehennem” der.
Cennetdahi
ucuzdeğildir
; mühim fiyat ister.
o
ÜÉn
ër
°Un
G p
ás
æ`n
÷r
G o
ÜÉn
ër
°Un
Gn
h p
QÉs
ædG o
ÜÉn
ër
°Un
G …=/
ƒn
à°r
ùn
j n
’
(1)
ï= dG ... n
¿ho
õp
F B Én
Ø r
dG o
ºo
g p
ás
æ`n
ér
dG
@@@
ahali:
halk, millet.
cihet:
yön.
divane:
deli.
elhâsıl:
özetle, sonuç olarak.
emir ve nehy-i İlâhî:
Cenab-ı
Hakkın emretmesi ve yasaklama-
sı.
emr:
buyruk, emir.
faide:
fayda.
hakikî:
gerçek.
hikmet:
İlâhî gaye, ve fayda; kâ-
inattaki ve yaratılıştaki İlâhî gaye
ve fayda.
hilkat-i kâinat:
kâinatın yaratılışı.
hüküm:
emir.
ilâahir:
sonuna doğru.
ilân-ı tevhit:
Allah’ın birliğini ilân.
illet:
asıl sebep, bir şeye yol açan;
hedef, gaye.
izhar-ı ubudiyet:
kulluğun orta-
ya konulması, gösterilmesi, açık-
lanması, etrafa duyurulması.
kâfi:
yeterli.
kısım:
parça.
lüzum:
gereklik.
makulülmana:
akla uygun mana.
malûm:
bilinen.
maslahat:
uygun iş, fayda.
maslahat-ı ezaniye:
ezandaki
maslahat, gaye.
mesail-i şeriat:
şeriatın mesele-
leri, asıl ve esasları.
mesalih:
maslahatlar, faydalı iş-
ler.
meselâ:
misal olarak, ör-
neğin.
muhakeme:
düşünme, akıl
yürütme.
murat:
maksat, ulaşılmak is-
tenen şey.
mühim:
önemli.
müreccih:
tercih eden.
Müslüman:
İslâm dininden
olan.
nam:
adına, yerine.
namına:
adına, yerine.
netice-i hilkat:
yaratılışın ne-
ticesi.
netice-i uzma:
büyük netice.
nev-i beşer:
insanlık.
nükte:
ince manalı söz.
rububiyet-i İlâhiye:
Allah’ın
her bir varlığa yaratılış gaye-
lerine ulaşmaları için muhtaç
olduğu şeyleri vermesi, onları
terbiye edip idaresi altında
bulundurması.
şeair:
dinin alâmetleri, işaret-
leri.
taabbüdî:
sırf emrolunduğu
için yapılan şeyler, ibadetler.
tabir:
ifade, söz.
tağyir:
değiştirme.
tereccüh:
üstün gelme.
teşri:
şeriata dayandırma, ka-
nun koyma.
vasıta:
araç.
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
| 674 | Mektubat
1.
Cehennem ehli ile cennet ehli bir olmaz. Cennet ehli, muradına ermiş… İlâahir... (Haşir Sure-
si: 20.)