İkincidaire
: Baktım, umum mevcudat, bir salât-ı küb-
rada, bir tesbihat-ı uzmada, her taife kendine mahsus sa-
lâvat ve tesbihat ile meşgul bir cemaat içindeyim. “Veza-
if-i eşya” tabir edilen hidemat-ı meşhude, onların ubudi-
yetlerinin ünvanlarıdır. o hâlde
(1)
o
ôn
Ñr
cn
G *n
G
deyip hayret-
ten başımı eğdim, nefsime baktım:
Üçüncübirdaire
içinde, hayretengiz, zahiren ve key-
fiyeten küçük, hakikaten ve vazifeten ve kemiyeten bü-
yük, bir küçük âlemi gördüm ki, zerrat-ı vücudiyemden
tâ havass-ı zahiriyeme kadar taife taife vazife-i ubudiyetle
ve şükraniye ile meşgul bir cemaat gördüm. Bu dairede,
kalbimdeki lâtife-i rabbaniyem,
(2)
o
Ú/
©n
à°r
ùn
f n
?És
jp
Gn
h o
óo
Ñr
©n
f n
?És
jp
G
o cemaat namına diyor; nasıl, evvelki iki cemaatte de li-
sanım o iki cemaat-i uzmayı niyet ederek demişti.
elhâsıl,
o
óo
Ñr
©n
f
nun
’u, şu üç cemaate işaret ediyor.
İşte bu hâlette iken, birden kur’ân-ı Hakîm’in tercüma-
nı ve mübelliği olan resul-i ekrem Aleyhissalâtü Vesselâ-
mın, Medine-i Münevvere denilen manevî minberinde,
şahsiyet-i maneviyesi haşmetiyle temessül ederek,
(3)
r
ºo
µ`s
H n
Q Gho
óo
Ñr
YG ¢o
SÉs
ædG Én
¡ t
`jn
G BÉ n
j
hitabını manen herkes gibi ben
de işitip, o üç cemaatte herkes benim gibi
(4)
o
óo
Ñr
©n
f n
?És
jp
G
ile
mukabele ediyor tahayyül ettim.
(5)
/
¬p
ep
RGn
ƒ n
?p
H n
ân
Ñ n
K l
A r
?s
ûdG n
ân
Ñ n
K Gn
Pp
G
kaidesince, şöyle bir hakikat fikre göründü ki:
hitap:
konuşma, nutuk.
işaret:
gösterme.
kemiyeten:
sayı itibarıyla.
keyfiyeten:
nitelik ve özellik ba-
kımından.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
lâtife-i Rabbaniye:
Allah’ın yalnız
kendi sevgisi için yarattığı, kalbe
bağlı ve İlâhî hakikatlerin hisse-
dilmesine ve manevî zevklerin
alınmasına yarayan his, duygu.
lisan:
dil.
mahsus:
has, özel.
manen:
ruhça, mana itibarıyla,
manevî yönden.
manevî:
manaya ait, manevî
yönden.
Medine-i Münevvere:
nurlu Me-
dine şehri.
meşgul:
bir işle uğraşan, iş gör-
mekte olan.
mevcudat:
var olan her şey, ya-
ratılmışlar.
minber:
camide hatibin hutbe
okuduğu merdivenli kürsü.
mukabele etmek:
karşılık ver-
mek.
mübelliğ:
tebliğ eden, bildiren.
nam:
ad.
nefis:
insanın kendisi, kendi, şa-
hıs.
niyet etmek:
bir şeyi yapmayı zi-
hinde tasarlamak, düşünmek.
Resul-i ekrem:
çok cömert, ke-
rim ve Allah’ın insanlara bir elçisi
olan Peygamberimiz Hz. Muham-
med.
salât-ı kübra:
en büyük namaz.
salâvat:
namazlar, ibadetler, şü-
kürler, dualar.
şahsiyet-i maneviye:
manevî ki-
şilik.
şükran:
teşekkür etmek, minnet-
tarlık, şükür.
tabir:
ifade.
tahayyül etmek:
hayal etmek.
taife:
grup, topluluk.
temessül etmek:
belirmek, gö-
rünmek.
tercüman:
tercüme eden, anla-
tan.
tesbihat:
tesbihler, Allah’ı her
türlü kusurdan yüce tutarak, şa-
nına lâyık ifadelerle anma.
tesbihat-ı uzma:
en büyük tesbi-
hat.
ubudiyet:
kulluk.
umum:
bütün, genel olma.
ünvan:
isim, şöhret.
vazife-i ubudiyet:
kulluk görevi.
vazifeten:
görevli olarak.
vezaif-i eşya:
eşyanın vazifeleri.
zahiren:
görünüşte, görünürde.
zerrat-ı vücudiye:
vücudun zer-
releri, hücreleri.
âlem:
dünya.
aleyhissalâtü vesselâm:
Al-
lah’ın salât ve selâmı Onun
üzerine olsun
allahü ekber:
Allah en bü-
yük ve en yücedir.
cemaat:
topluluk.
cemaat-i uzma:
çok büyük
cemaat.
daire:
halka.
hakikaten:
hakikat olarak.
hâlet:
hâl.
haşmet:
ihtişam, heybet, bü-
yüklük, görkem.
havass-ı zahiriye:
açık, belli
olan duygular, beş duyu or-
ganı.
hayret:
şaşkınlık.
hayretengiz:
hayret veren.
hidemat-ı meşhude:
görülen
hizmetler.
Mektubat | 669 |
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
1.
Allah en büyüktür, en yücedir.
2.
Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz. (Fatiha Suresi: 5.)
3.
Ey insanlar! Rabbinize ibadet ediniz. (Bakara Suresi: 21.)
4.
Ancak Sana kulluk ederiz. (Fatiha Suresi: 5.)
5.
Bir şey sabit olunca, levazımatıyla sabit olur.