bİRİNCİ NÜkte
“kur’ân-ı Hakîm’in esrarı bilinmiyor; müfessirler haki-
katini anlamamışlar” diye beyan olunan fikrin iki yüzü
var; ve onu diyen iki taifedir.
Bi r i nc i s i
:
Ehl-ihakveehl-itetkiktir
. derler ki:
“kur’ân bitmez ve tükenmez bir hazinedir. Her asır, nu-
sus ve muhkematını teslim ve kabul ile beraber, tetim-
mat kabîlinden, hakaik-ı hafiyesinden dahi hissesini alır,
başkasının gizli kalmış hissesine ilişmez.”
evet, zaman geçtikçe kur’ân-ı Hakîm’in daha ziyade
hakaikı inkişaf eder demektir. Yoksa –hâşâ ve kellâ– se-
lef-i salihînin beyan ettikleri hakaik-ı zahiriye-i kur’âni-
yeye şüphe getirmek değil. Çünkü onlara iman lâzımdır.
onlar nastır, kat’îdir, esastırlar, temeldirler. kur’ân,
(1)
l
Ú
p
Ño
e w
»p
H n
ô n
Y
fermanıyla manası vazıh olduğunu bildirir.
Baştan başa hitab-ı İlâhî o manalar üzerine döner, takvi-
ye eder, bedahet derecesine getirir. o mensus manaları
kabul etmemekten –hâşâ, sümme hâşâ– Cenab-ı Hakkı
tekzip ve Hazret-i risaletin fehmini tezyif etmek çıkar.
demek, maani-i mensusa, müteselsilen menba-ı risa-
letten alınmıştır. Hatta İbni Cerir-i taberî, bütün maani-i
kur’ân’ı, muan’an senet ile müteselsilen menba-ı risale-
te isal etmiş ve o tarzda, mühim ve büyük tefsirini yaz-
mış.
İ k inc i t a i f e
:
yaakılsızbirdosttur,kaşyapayımder-
kengözçıkarıyor;veyaşeytanakıllıbirdüşmandır
ki,
ahkâm-ı İslâmiye ve hakaik-ı imaniyeye karşı gelmek
ahkâm-ı İslâmiye:
İslâmın hü-
kümleri.
asır:
yüzyıl, çağ.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümlesi.
bedahet:
açıklık.
beyan:
anlatma, bildirme.
Cenab-ı Hak:
pek yüce, saygın,
şeref ve azamet sahibi Hazret–i
Allah.
derece:
mertebe, aşama.
ehl-i hak:
hak ehli, iman, İslâmi-
yet ve hak yolunda olanlar.
ehl-i tetkik:
dikkatle araştıranlar.
esas:
asıl.
esrar:
sırlar, gizlenilen ve bilin-
meyen şeyler.
fehim:
anlayış, idrak.
ferman:
emir, buyruk.
hakaik:
hakikatler, gerçekler.
hakaik-ı hafiye:
gizli hakikatler.
hakaik-ı imaniye:
iman hakikat-
leri, iman esasları.
hakaik-ı zahiriye-i kur’âniye:
Kur’ân’ın görünen hakikatleri.
hakikat:
gerçek.
hâşâ sümme hâşâ:
defalarca as-
la, kesinlikle öyle değil
hâşâ ve kellâ:
asla ve asla öyle
değil.
Hazret-i Risalet:
Peygamberimiz
Hz. Muhammed.
hitab-ı İlâhî:
Allah’ın kendi zatına
mahsus olarak hitabı, sözü.
ifade:
deyiş, söz.
iman:
inanma, itikat.
inkişaf etme:
açılma, keşfolun-
ma.
isal:
ulaştırma.
kabil:
tür, çeşit.
kat’î:
kesin.
kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
lâzım:
gerekli.
lisan:
dil.
maani-i kur’ân:
Kur’ân-ı Kerîm’in
manaları.
maani-i mensusa:
ayet ve hadis
ile sabit, tespit edilmiş manalar.
meal:
mana, mefhum, anlam.
menba-ı risalet:
peygamberlik
kaynağı.
mensus:
nas ile sabit, ayet ve ha-
disle tespit edilen.
muan’an:
senetli, an’aneli; isim
listesiyle birlikte nakledilen hadis
veya haber.
muhkemat:
tevil ihtimali bu-
lunmayan Kur’ân ayetleri.
müfessir:
Kur’ân-ı Kerîm’in
metnini tefsir ve izah eden İs-
lâm âlimi.
mühim:
önemli.
mülhem:
ilham olunmuş.
müteselsilen:
birbiri peşi sıra.
nas:
yorum kabul etmeyecek
bir şekilde açık bir hüküm ifa-
de eden ayet ve hadis.
nusus:
Kur’ân-ı Kerîm ve ha-
disin açık hükümleri.
nükte:
ince manalı ve anlamlı
söz.
Selef-i Salihîn:
Ehl-i Sünnet
ve Cemaatin ilk rehberleri, ilk
devir Müslümanları.
senet:
bir hadis metninde, o
metni rivayet etmiş ravilerin,
en son raviden başlayarak Hz.
Peygambere varıncaya kadar
uzanan isimler zinciri.
şeytan:
iblis.
taife:
takım, grup, topluluk.
takviye:
kuvvetlendirme,
sağlamlaştırma.
tarz:
biçim, şekil.
tefsir:
Kur’ân’ın mana bakı-
mından izahı, yorumu.
tekzip:
yalanlama.
tetimmat:
tetimmeler, ekler.
tezyif etmek:
küçük düşür-
me, hakaret etmek.
vazıh:
açık ifade.
ziyade:
fazla.
Y
irmi
d
okuzuncu
m
ekTup
| 660 | Mektubat
1.
[Kur’ân’ın lisanı] Apaçık Arapçadır. (Nahl Suresi: 103; Şuara Suresi: 195.